Kaya ilk defa güldü. Birinin sözlerine, gerçekten güldü.
"Oysaki ben bunun gerçekten boş bir şey olduğunu düşünmüştüm."
"Elindekilerin kıymetini bilmeden etrafa bakma bundan sonra, Kaya."
"Dünyanın benim için cıvıl cıvıl, ya da renkli olmasına ihtiyaç duymuyorum. Aksine bu dünya benim için bomboş ve gereksiz, yaşamak gereksiz, ben de en az diğer insanlar kadar normal, hatta değersizim. Bir anda bu dünyaya geliverdim ve kimse bana bu hayatı yaşamak istiyor musun diye sormadı. Her şey benim için bomboş bir hal aldı. Hiçbir zaman kendimi değerli ya da mutlu hissetmedim. Bu yüzden, benim için sadece büyük bir karartıdan ibaret olan bu dünyayı renklendirmeye niyetim yok."
"Ya bu dünya sandığın kadar karanlık değilse? Ya sen, onu renklendirecek tek kişiysen? Çünkü bu hayatta sadece sen varsın, diğer insanların sana yaptıkları ya da o insanlar, hepsi gelip geçici. Evet sende izler bırakıyor ve bir yerde seni sen yapan şeyler ama duyuyor musun, sensin. Bu sensin. Başka birisi yok. Olamaz. Onların senin dünyanı soldurmasına izin verme. Hiçbir zaman."
Atlas bu sözlerinden sonra yavaşça ayaklanıp Kaya'nın önüne oturdu ve yavaşça ellerini onun bacaklarına koydu. Teninden birkaç ter damlası yavaşça süzülen gencin kıvırcık saçları dağınıklıktan ziyade mükemmel görünüyordu.
"Gerçekten Kaya! Ben inanıyorum. Dünyanı renklendireceksin. Söz veriyorum!"
Kaya bir daha güldü, bu sefer yüzünde acı bir tebessüm vardı. Atlas gözlerini kısarak ona baktı.
"Tamam, sözünü tutacaksın."
"Evet!"
Bu küçücük sözlere bile sevinmesi Kaya'nın onu garipsemesini sağlıyordu. Gerçek olamayacak kadar güzeldi.
"Sen dünyanı nasıl renklendirdin peki?"
Atlas Kaya'nın bacaklarında olan parmaklarını yavaşça gevşeterek geri çekti ve yanaklarını avuçları arasına aldı. Düşündü biraz.
"Benim dünyam her zaman renkliydi. Tabi, renklerin solduğu dönemler olmuştu ama, ne kadar çok şey yaşasam da dünyaya bakış açımı değiştirmeye çalışmadım."
"Ya, ben, ben uzun süredir dünyayı renksiz görüyorum ama. Belki de bu," araya bir kıkırtı karıştırdı "benim dünyayı normal bir şekilde görüşümdür. Ve, ve ben de belki de her zaman böyle görmüşümdür?"
"Hayır! Sen normal biri değilsin, sen Kaya'sın. Şaşılık varsa eğer dünyayı renksiz görmen imkansız. Bu dünya renksiz görebileceğimiz kadar değersiz değil ne de olsa.."
"Hmm... Belki de elinden gelenin en iyisini bana sunuyorsun ama, inan bana, bunu değiştirmenin bir anlamı yok."
Aramızdaki milyonlarca zıtlıktan biri olarak kalmalı bu, Atlas.
"Bilmem ki. Bunu zaman gösterir."
"Hava iyice kararmadan Zeynep'in yanına dönmeliyim. Endişelenmesin."
"Ah, evet. O zaman, görüşürüz. Ben biraz daha burda kalıp eve gideceğim."
"Çok gecikme, hava soğuyacak gibi duruyor."
"Evet biliyorum, teşekkür ederim."
"Görüşürüz."
[...]
Kaya'nın yanıldığı tek konu bu olabilirdi belki. Bu varlıklar, zamanlar ve tarihler silsilesi. Olağanüstü renksizlik. Oluşamayan duygular, bir yaz sıcağından hallice safsatalar. Günlerin doğumunda göze batan turuncu ışıklar kadar, Atlas gibi, belki de hiç bitmeyen bir felaketin habercisi.
Kaya yanılıyordu.
Gerçek olanlar veya olmayanlar. Gerçek olduğuna inandıklarımız veya inanmadıklarımız. İnsanlar için basit, Kaya için değil; Kaya için basit, ama insanlar için değil. Düşünmek kadar kolay bir eylem, anlamak. Anlatmak. Hayatı yaşadığını hissetmek. Ya da hayatın seni yaşamasına izin vererek boşluğun içinde bir yıldız gibi süzülmek. Soğuk, delicesine soğuk. Bunun için neyi feda etmek gerekir? Gerçek için neyi feda etmek gerekir?
Yoksa hepsi kandırılışlardan ibaret midir?
Uydurmacalar, bazı sualler ve konuşulmak için seçilmiş saçmalıklar. Hayatın gölgesi boşlukta süzülen yıldızın üzerine düşerse yıldız parçalanacak. Ne gerçek, ne de sahte kalacak.
Kaya yanılıyordu.
[...]
"Kaya'yı gördün mü hiç? Evde mi yoksa?"
"Bilmiyorum, bana da hiç haber vermiyor. Kötü bir zamanında olsa gerek."
"Evet."
"Neyse, ben markete gidiyorum."
"Görüşürüz."
Elindeki çay bardağından birkaç yudum aldı ve sıcak nefesini dışarı üfledi. Mert karşısında masaya başını koymuş uyurken onu seyretmek belki de uzun zamandır yaptığı en güzel şeydi. Gözlerini tavanla onun kumral saçları arasında götürürken düşüncelere dalmıştı. Acaba Kaya'nın yanında gördüğü o çocuk Yakup'un kardeşi miydi? Ya da Yakup, yani en iyi dostu ne zaman gelecekti İzmir'e. O henüz bu sene gelmiş, Yakup'un da geleceğini umut ederek bir senedir burda kalmaya başlamıştı. Zeybep'in de İzmirli olması işine yaramıştı. Hukuk fakültesi için en güzel avukat diyebilirdi sevgilisine. Gerçi, beşinci senelerine yaklaştıklarından artık ciddi düşünüyorlardı elbette.
"Burak abi.. Ne zaman uyudum ben..?"
"Yarım saat olmuştur." dedi Burak yüzüne bir gülümseme koyarak. Ardından elini uzatıp onun saçlarını yavaşça okşadı, parmakları ince, yumuşacık teller arasında gidip gelirken bedeninin neredeyse uyuştuğunu hissediyordu.
"Beni Zeynep abladan daha çok seviyorsun."
"Evet." dedi Burak, Mert'in fısıldamasına karşılık. Ve tekrar etti "Evet." Keskin bir kelimeydi ve ağzından çıkışı da bir bıçak gibiydi adeta. Gözleri kısık bir şekilde Mert'in yanına oturuşunu seyretti. Ardından küçük genç kollarını masaya koyduktan sonra başını yerleştirdi. Gözleri Burak'ın gözlerinin içinde dolanırken garip bir sessizlik oluşuvermişti.
"Seni Zeynep'ten daha çok seviyorum."
Mert bu sözlere sakince güldü. Biraz şişkin gözleri dudakları aralanınca kısılmış, elmacık kemikleri dolgunlaşmıştı.
"Ben de seni seviyorum Burak abi. Ama ikiniz arasında seçim yapmak çok zor oluyor."
Masumdu, son derece masum, kandırılmaya değer bir çocuktu Mert. İçinde saf, tertemiz bir kalp, saf düşünceler vardı. Bu Burak'ı mutlu ediyordu. Burak'a delicesine mutlu hissettiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Yaz, Siyah Deniz |BxB
Romance"Eski günlere geri dönmek istiyorum Atlas. Eski, ne kadar uzak olabilir ki bize? Yoksa biz mi gelecekte kaldık?" Bromance hikayesidir.