kabustaki tek kusur.

48 8 6
                                    

Saçlarının arasına üfleyen rüzgarın uğultusunu dinlerken, bir yandan da gözlerini şaşı yaptı. Ahşap kırmızı, pencerenin camı siyah, rüzgar ise pembeydi. Geometrik şekiller birbirinin içine girip çıkıyor ve ahşabın kırmızısını dalgalandırıyordu. Sessiz iki gün geçmişti. Atlas, ondan uzaklaşıyordu. İyileştiğine lanet etti kendi kendine. Tektar hasta olmak istedi, tekrar babasının onu dövmesini istedi. Atlas yanında durmalı, onun gözyaşlarını silmeli, ona sarılmalı ve onunla konuşmalıydı. Böyle istedi.

Acı bir tat vardı tüm gün boyunca ağzında. Sanki hisleri boğazının orda takılıp kalmış, nefes aldıkça da dilinin kökünden diş etlerine doğru o pis, acı tadı yayıyordu peyderpey. Ölüm gibi geliyordu, Kaya çoğu zaman ölüyor gibi hissediyordu. Kendi kendine denizi görmek istediğini düşünüyor, ancak o kızı Atlas'la yan yana görmekten çekiniyordu. O garip hissi, o voleybol oynamadan önceki dondurma arabasının manzarasından içine akan kasveti ve dahasını, tekrar yaşamak istemiyordu. Korkuyordu. Korkaktı.

Özlüyordu. Özlediğini söyleyebilecek ya da aklından geçirebilecek cesareti yoktu. Ama özlüyordu. Rutin bir halde. Onu düşünüyordu. Düşünmek de yoruyordu.

Kırmızılar dalgalanıp dururken ağrıyan gözlerini normale çevirdi. Yanına bir de sigara yaktı. Rüzgar buz gibiydi. Ağzına koyduğu daldan nefesler çekerken kalkıp pencereyi örttü sonunda. Üzerindeki tişörtü çıkarıp bir kenara özensizce fırlattı. Sigarası da kumaşını yakmıştı muhtemel. Umrunda değildi. Sıkılıyordu. Gerçekten, çok ama çok sıkılıyordu. Ağır ağır dumanı üflerken tavana baktı bir süre.

Hata mı yapmıştı? Onu o gün batımında hiç görmeseydi. Sonra yatağından bir kabusla uyanıp, onu orda, o yağmurda yalnız bıraktığı için gece yarısı tekrar sahile dönmeseydi. Boğulmak üzere olmasaydı. Onunla tepeye çıkmasaydı. Tape'i çalmasalardı. Dinlemeselerdi. İkizlerin bahçesinden elma çalmasalardı. Ne olurdu? Tam olarak Atlas yok olursa, nasıl hissederdi?

Onu zaten kaybediyordu. İçinden geçirdiği tek şey buydu.

Onu kaybediyorum, bir daha bulamamak üzere.

Üstüne bir leke gibi yapışmıştı ona karşı olan hisleri. Adlandırmaya fırsat bulamadığı, bulunca da halının altına süpürdüğü bir pislikti bu. Evet, pislikti. Onu sevmeyi sevmek istemiyordu. Ona karşı beslediği hiçbir hissi sevmek istemiyordu. Anılarını hatırlamak istemiyordu. Sadece yarım Atlas'la bir hafta ve işte hali ortadaydı. Ne ara ona bu kadar bağımlı hale gelmişti? Onsuz yapmak istemeyecek hale gelmişti? Nasıl olmuştu bütün bunlar, anlaması ve anlamlandırması güçtü.

Gözleri doluyordu, bu, istemsizce olan, lanet bir olaydı. Ağlamak isterse ağlardı elbet, neden gözleri dolardı ki insanın bir anda? Çok mu ukte kalmıştı içinde? Çok mu fazlaydı, çok mu azdı, düşünceler? Gözleri mi acıyordu uykusuzluktan, ya da dudakları mı çatlamıştı su içmeyi dahi unutmaktan? Bu, çökmüş birinin nasıl daha çöktürmenin kısa yollu bir denemesiydi.

Sevgisiz büyümüş birinin, bir çocuğun, çocuk ruhlu bir gencin; nasıl daha da kötü hale gelebileceğinin açıklamasıydı.

Ona hayatında görmediği bir sevgi verdikten sonra, bir anda ona dünyaları verdikten sonra - ki sadece sevgisiz büyümüş o biri dünyaları aldığını düşünürdü- çekip gitmek demekti. Kolaydı, karşıdaki için gayet kolaydı.

Kaya, sorunlu biriydi. Kafasında taşıdığı hastalıklı düşünceler, intihar denemeleri ve okuduğu birkaç klasik kitaptan ibaretti beyni. Bir sihirli değnek ona dokunmuştu, sonra da sertçe vurmuştu başına. Bir anda çok parlak olmuş, bir anda da önceki karanlıktan daha zifirisi gelmişti yerine.

Kaya alışkın da değildi. Bu kadar sevilmeye ve bu kadar sevilmemeye. Garip bir deneyimdi. Deneyim ona küçücük ve hafifmiş gibi gelebilirdi ancak, Atlas için böyle olduğu söylenebilirdi en azından. Dalga geçer gibi, bir köşeye fırlatılmıştı. Üstüne üstlük, bir de kendi hisleriyle başa çıkmaya çalışırken, artık taşmakta olan bardaktan süzülen damlalar; ıslak yanakları kırmızı burnu, kırmızı üst dudağı ve kırmızı gözlerinin gölgesiydi. Hıçkırıyordu.

Son Yaz, Siyah Deniz |BxBHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin