7 | it's hard to be anywhere these days when all i want is you

423 28 48
                                    

Bir zamanlarki on yedi yaşındaki o çocuk; her teneffüs çillerin bezediği yüzü sadece on dakika bile olsa görebilmek için okulun her köşesinde onu arayan, şu anki hâlinden daha genç ve deneyimsiz olan Chan'ın o bulanık ve toy iradesiyle sezemeyeceği şey, onun için artık tek bir düşünceye dönüşmüş, bütün aklı ve çabası yayında gerilmiş bir ok gibi tek bir hedefe yönelmişti; Lee Felix'i sevmek ve onun tarafından sevilmek.

Çaresizlik içinde geçirmiş olduğu o saatlerde doğru dürüst düşünebilip düşünemediğini belki asla ona söyleyemeyecekti ama tek bir şey, sadece tek bir şeyi aklı almıyordu... Sevmek, nasıl aynı anda hem yapıcı hem de yıkıcı olabiliyor; basit bir paylaşım, iletişim ya da ufacık bir temas için saf tutkuyla dolu bir özlem duyarken, sevginin öteki yüzü, acı ve korku duygularıyla titreşen ruhu; onun soluğu, uğruna çabaladığı, kalbinin bütün gücü ile elinde tutmak istediği ilk ve tek insanı göz göre göre kaybetme duygusunun altında eziliyordu.

Onun hissettiklerini hisseden bir insan nasıl oluyor da her şey normalmiş gibi yaşamaya devam edebiliyordu?

Yıllarca, beyninde kontrol etmeyi hiç akıl edemediği sözcükler öylece ağzından çıkıvermişti hep ve kimi zaman içini bir duygu sarmalar; bu duygu söze dökülür ama asıl anlamı ve karşısındakini ikna etmeyi sağlayabilecek mantık suskunluğunu korumaya devam ederdi.

Sessizliğin içinde, gün ışığı sütunundaki toz zerreciklerinin ağır ağır yere inmesini izlerken, yirmi iki yıllık yaşamı boyunca belki de ilk kez gerçek duygularını dile getirmiş olduğunu düşünüyordu Chan. O gece, onun için bestelediği, kelimesi kelimesine aşkını haykırdığı şarkısını söylemişti Felix'in gözlerinin içine baka baka ve bir çift alev topu gibi parlayan o yoğun bakışlarda, onun kendisini anladığını ve hissettiklerini hissettiğini görmüş ama sonra gerçek, bir tokat misali yüzüne çarparak, ona uzanan adımlarının önünde etten bir duvar örülü olduğu gerçeğini hatırlamıştı.

O'nu unutmuştu, bir başkasının daha olduğunu unutmuştu... Onun sevdiği, kendisinden esirgediği aşkı tüm kalbiyle hissettirdiği bir başka adam olduğunu... Çok değil, sadece birkaç gün önceye dek o kişiye dair her şeyden nefret ediyordu ya da ettiğini düşünüyordu... Şimdiyse... Onu görmek... Felix tarafından tutkuyla sevildiğinden dolayı, onu kendisinin de aynı sevme arzusu ile şekilde yanıp tutuştuğuna inanamıyor, kabullenmek istemiyordu.

Yüreğinde yeşerip büyüttüğü Felix'e olan sevgisini ve ona ait anılarını duygularından nasıl söküp atamadıysa, şimdi de Hyunjin'i ve onunla yaşadıkları her bir saniyeyi de, sanki hiç var olmamış ve artık hiç var olmayacakmış gibi belleğinden çıkarıp atamayacağını biliyordu Chan.

Sadece birkaç saat önce dudaklarına hükmeden Felix'in dudaklarının sıcaklığı tüm bedenine yayılırken kalbi heyecanla çarpıyordu; şimdi ise tek kelime edecek hâli kalmamış, adeta yatağa mıhlanmış gibi bir milim kıpırdamıyor, nefes dahi almıyordu. Ağ gibi yayılmış sabah sisi içinde yarı uyur yarı uyanık gözlerini öylece duvara dikmiş, zihninde susmak bilmeyen aynı ses bir kez daha -o öpücük bir düş değil miydi?- diye tekrarlamaya devam ediyordu ama bu sefer çok keskin, çok daha belirgin duyuyordu.

Felix'le birlikte ayrı eve çıkmalarından bu yana belki de ilk kez uyanma konusunda alt mahallelerindeki horozu alt etmiş olabilirdi Chan.

Mahmur gözlerle vaktin yedi olduğunu gösteren dijital saatine dönmüştü, banyodan şarkı söyleyen neşeli bir ses yükseliyordu; Felix'in 'Leave The Door Open,' söyleyen derin sesi, su sesi ve içine gömüldüğü sessizliğini bastırıyordu. Yatağında öylece uzanıyor, Felix'i gördüğünde ne diyeceğini ya da ne yapacağını bilmiyor; zihni tümden yok oluvermiş ve geriye, gitgide daha hızlı bir biçimde, art arda ortaya çıkan ve kendilerini geçerli kılacak sözcükler ya da düşünceler olmadan tanımlanamayacak birtakım duyumlardan başka bir şey kalmamıştı.

emptiness | hyunchanlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin