"Haftanın beş günü, ki hem sabah hem de akşam zaten Changbin'in ekşi suratını görmek zorundayım," diye hâlâ söylenmeye devam ediyordu son otuz altı dakikada olduğu gibi Minho ama o an birbirinden deli düşünceler zihninin içinde öylesine pervasız çığlıklar atıyordu ki, hattın ucundaki bedene olan ilgisini çoktan kaybetmiş ve korkunun hissettirdiği acizliğine lanetler okuyordu.
Yorgunluğu öyle dayanılmaz bir seviyeye gelmişti ki, kalbinde bu zamana kadar susmanın cezasını kesermişçesine her hissin olağandışı bir hâlde yoğunlaştığının farkındaydı ama durduramıyordu, susturamıyordu ruhuna eziyet eden sesi Chan.
İçinde söyleyecek çok şey var ama dillendirmek gözüne öylesine zor geliyordu ki anlatacak bir yol bulamıyor; bazen sanki bütün dünya, bütün hayat, her şey onun içinde yer edinerek, bağıra bağıra onlardan bahsetmesini, onları anlatmasını istiyordu.
Chan, bu beklenti duygusunun büyüklüğünü hissediyor ama konuşmak istediği her an küçük bir çocuk gibi bocalamasına engel olamıyordu.
"Dilini mi yuttun ya?" Kendisini dinlemek zahmetinde bile bulunmayan beden karşısında huysuzca homurdandı Minho.
"Lix istedi," diyebilmişti sadece o an Chan, son zamanlarda gerçek acının ne olduğunu daha iyi anlamaya başlamış; her bir noktasında onun izleri olan, "evim" dediği o dört duvar arasında durmak felçleşmiş vicdanını uyandırmış ve yaptığından duymuş olduğu pişmanlık peşine düşmüş, onu gırtlağından tutmuş, sarsıyordu.
Şimdi ne yapmalıydı?
Nereye kaçmalıydı?
İyi hissedip hissetmediğini bilmiyordu kimse, ki o da bilmiyordu; yıllardır içinde saklayıp, kalbinde günden güne kuvvetlenen aşkına zıt olarak hissettiği o vicdan azabı sadece aldığı nefeslerinde ya da kalbinde değil, benliğinin her bir milimindeydi ve bilinmezliğin ağırlığı bir çığ gibi binmişti omuzlarına.
"Yani?"
"Jeongin'i görebilmen için mükemmel bir fırsat."
"Jeongin eve döneli bir hafta oluyor," Görmüyor olsa da tam şu an Minho'nun göz devirmiş olduğuna emindi Chan.
"Yani?" diye yineledi genç olanın sorusunu onu taklit ederek huysuz bir ton ile Chan, herhangi bir açıklama yapmak için fazla yorgundu.
"Her zaman tam bir sik kafalıydın ama son günlerde apayrı bir seviyeye ulaştı bu aptallığın, Chan." dedi dişlerinin arasından alayla homurdanarak Minho, olan biten hiçbir şeye anlam veremiyordu. "Hyunjin de orada olacak."
"Evet," dedi, nasıl devam etmesi gerektiğini bilmiyor olacaktı ki sıkıntılı bir soluk bırakmıştı sarışın, "Onun evinde toplanacağız ya hani."
"Onun Felix'in hayatındaki varlığını çok çabuk kabul etmişsin gibi?" derken ses tonu söylediğinin cevabını gerçekten bilmek istiyormuşçasına fazla kuşkuluydu.
"Kabul etmekten başka bir şansım var da ben mi bilmiyorum?" dediğinde kalbinden damağına buruk bir tat yükseldi. Tıpkı ayın parlamak için güneşe ihtiyacı olduğu gibi, onun da karanlığın içinde yolunu bulmak için sadece tek bir gülüşü ile hayatını aydınlatan Felix'ine ihtiyacı vardı çünkü biliyordu ki onu kaybettiği an, ruhunu da kaybederdi.
"Ona geç kalmış sayılmazsın hâlâ, biliyorsun değil mi, Chan?" dedi kendinden emin bir tavır ile Minho, o an sarışını teselli etmek için değil de gerçekten kastederek söylemişti sözlerini.
Geç kalmış sayılmazdı mı?
Hayır.
Felix'e olan aşkına karşılık bulabileceğine öylesine inançsızdı ki; aralarına kendi elleriyle ördüğü o aşılmaz duvarı yıkmak, bir adım ilerisine geçmek için en ufak bir çaba harcamadan hep görmezden gelmişti. Minho'nun da dediği gibi tam bir sik kafalı olduğu gerçeğinin farkına vardığında ise Hwang Hyunjin çoktan çillinin hayatının merkezi oluvermiş ve Chan, hislerini düzene sokmakta da cesaret göstermekte de geç kalmıştı ve bundan sonra tek yapabileceği üçünün de bu süreci en az hasar ile atlatmasının yolunu bulabilmekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
emptiness | hyunchanlix
Fiksi Penggemar"İkimiz de seviyoruz," dedi Chan kollarının arasındaki bedeni sıkıca sarmalarken, Felix'in hıçkırarak ağlamamak için kendisini zor tuttuğunu, ona doğru yaslanan bu küçük, ince ama güçlü vücudunun tir tir titrediğini hissedebiliyordu. "İkimiz de sevi...