Bölüm 101

13 2 0
                                    

Gözleri büyümüştü bir anda. Gözlerimin içine baktı.
- Sevgililer Günü'müz kutlu olsun.
Daha sonra biraz daha orada takıldık. Belli bir süre sohbet ettikten sonra yorulmaya başlamıştım. Zaten son haftam çok kötü geçmişti, burada bu kadar dayanabilmem bile mucize gibiydi.
- Cem, diye seslendim etrafa bakınan Cem'e. Hadi kalkalım.
Ali zaten yanımdaydı. Hep birlikte kalktık, oradakilerle selamlaştıktan sonra arabaya doğru ilerliyorduk.
- Eğleniyorduk ya, dedi Cem sırıtarak.
- Yoruldum ben, derken esniyordum bile.
Arabaya bineceğim sırada yanımdan hızla geçen kapüşonlu erkeği fark ettim. Yüzünü gizliyordu. Ama o geçtikten sonra geride bıraktığı kokusu...
- Hakan, diye geriye döndüğüm sırada beni duymadan ya da duymazdan gelerek hızla yürümeye devam etmişti.
- Senin Hakan mı o, diyerek açmakta olduğu kapıyı kapattı Cem.
- Evet, dedim şaşırarak.
- Neden selam vermedi ki, diye sordu Ali.
- Bilmem, dedim omuz silkerek. Acelesi vardı galiba. Hızlı hızlı yürüyordu.
- Bir göremedik şu meşhur Hakan'ı ya, diyerek yakındı Ali.
- Haklısın, dedikten sonra kapıyı açtığım anda aklıma gelen anı ile yutkundum.
Hakan beni ormanda bulmuştu. Peki sonra neler olmuştu?
- Binsene kız, diye bana seslenen Cem ile kendime gelip arabaya bindim ve kapıyı kapattım.
- Beni ormanda nasıl buldunuz, diye sordum bir anda.
- Cenk getirdi seni kucağında, diyen Cem ile kaşlarımı çattım.
Beni Hakan bulmadı mı ya? Acaba o an zehrin etkisi ile halüsinasyon mu görmüştüm? Zaten eve giren birilerinin olduğunu da söylüyordum ama Esra ile baktığımızda bulamamıştık. Sanırım şu sıralar pek iyi değildim.
- Dolaşmak mı istersin, direkt eve gitmek mi?
Nazikçe bu soruyu bana yönelten Ali'ye tebessüm ettim.
- Çok uykum var. Son birkaç gündür neler yaşadığımı biliyorsunuz, dedim gülerek.
- Aslında tüm ayrıntılarıyla bilmiyoruz, dedi Ali. Bir ara anlatırsan...
- Bakarız, dediğimde sokakta bankta yattığım aklıma geldi.
Eve beni bıraktıklarında çantadan anahtarı alabilecek mecalim bile yoktu ama arabadan iki çift meraklı göz üzerimde olduğu için hızlıca çantayı karıştırıp anahtarı buldum. Başımla selam verirken kapıyı açtığımda onlar da selam verip gittiler.
Eve girdiğimde sessizlik hakimdi eve de zihnime de. Bacağım artık rahattı, bana söylenmiş bir yalanı aramızda halletmiştik ve birkaç gündür uyuyamadığım kadar güzel bir uyku çekebilecektim sonunda.
Kapıyı kapatıp anahtarı yandaki sehpanın üzerine bıraktım. Acaba ne olur ne olmaz diye kilitlemeli miydim? Bir şey olmaz be Ada, zaten Esra gelir birazdan.
Üzerimi değiştirip yatmaya hazırlandığım zaman telefonumun şarjına baktım, vardı. Bir de sesini fulledim. Ne olur ne olmaz, Esra eve gelir ama anahtarı yoktur falan. Duyayım diye.
Sabah olduğunu fark etmemi sağlayacak kadar güneş vuruyordu yatağıma. Başımın ağrıdığını hissederek uyanmak biraz üzmüştü beni.
Saatin kaç olduğuna bakmak için telefonu elime aldığımda şu an Esra'dan gelen bir arama olduğunu fark ettim. Ama nasıl olur? Ben sesini fullemiştim, oysa şu an sessizdi.
- Efendim, diyerek telefonu açtığımda Esra beni azarlayacak gibi girmişti konuşmaya.
- Hele şükür! Ada, dedi sitem dolu bir sesle. Neden kapının arkasında anahtarını bıraktın, dediğinde kaşlarımı çattım.
- Öyle yapmadım Esra, diyerek ayaklanıp kapının yanına gittim sehpadaki anahtarıma bakmak için.
Ama kapıya asılı buldum anahtarı. Yutkundum.
- Ada gece geldim eve. Kapıyı açamadım, sonra seni 3 kere aradım. Açmadın. Ben de mecburen Melislerin yanında kaldım. Teşekkür ederim beni eve kabul etmediğin için. Aliler de bizi affettiğini söylemişti ama.., dedi kırgın bir sesle.
- Esra, dedim nefes verircesine. Telefonumun sesi sondaydı, derken telefonu kulağımdan uzaklaştırıp ses kısmına baktım. Sessizde şu an ama ben yatmadan gerçekten sona almıştım. Anahtarı da sehpanın üzerine bıraktım. Hatta sırf seni düşünüp kilitlememiştim bile, dedim üzüntüyle karışık korkuyla.
- Valla bilmiyorum Ada. Belki de onları rüyanda öyle yaptın olarak gördün, dediğinde sesi sakinleşmişti.
Aklıma gelen ihtimal beni korkutuyordu. Zaten iki seçenek vardı, ikisi de birbirinden korkunçtu. Ya eve giren yabancı kişi yine gelmişti ya da başından beri bu olay sahteydi ve ben delirmiştim.
- Esra kimseye çaktırma ama ben korkuyorum, dedim titreyen sesimle. Ben onları yaptığıma emindim. Hatta bak, üzerimi değiştirip yatağa geldim. O zaman ayarladım sesi. Bak, kıyafetim gerçekten pijama. Yani onlar gerçekti ama öyleyse de korkunç, dediğimde acınası bir hâlde olduğumu fark ettim.
- Bebeğim sakin olur musun, dedi sevecen bir tonda. Ben biliyorum zaten seni. Sadece belki uykun vardı o an diye demiştim. Yoksa seni hepimiz biliyoruz. O öteki şeyi de takma. Sandığın gibi bir şey yoktur bence, dediğinde bu kadar şifreli konuşması sebebiyle yanında birileri olduğunu anlamıştım.
- Teşekkür ederim. Görüşürüz, diyerek telefonu kapattım.
Rahat nefes alamadığımı fark ettim evde. Geçen Murat'a sorduğumda kendisi ile ilgisi olmadığını söylemişti. Şimdi tekrar arayamazdım. Kaya desem... O zaten Hikmet ile ilgileniyor. Faruk amca zaten ne alaka? Oha! Murat'ın şu sıralar durgun olma sebebi Faruk amca tabii ki! Ah, Ada! Nasıl unuttum ben o olayı? Üzerinden de çok zaman geçti. Acaba neler olmuştu o kısımda? Off, her şey o kadar çoktu ki... Hiçbir şeye yetişemiyordum. Delik deşik vücudum hâlâ aksiyon çekiyordu.
Ailemle olan fotoğrafı bulup elime aldım. Derin bir iç çektim. Anneme, babama, kardeşime ve kendime baktım. Gülümsüyorduk. Mutluyduk... Mutluydum.

"Bir minicik kız çocuğu bak
Duruyor orada hâlâ
Anlatamam gördüklerimi
O neşeli çocuğa"

Gözümden süzülen bir damla yaş sonrasında fotoğrafı bir kenarı bırakıp gözlerimi kapattım. Sonra aklıma gelenle aniden gözlerimi geri açtım: Yarın okul vardı bir de bunlara ek. En azından dört ay boyunca aksiyonlar hafifleyebilirdi, okulun tek artısı buydu. Zaten bir sürü ödevler olacaktı. Okuldan çıkınca da bir yerde çalışsam iyi olurdu aslında yarı zamanlı. İki sokak ötedeki kafede ilan görmüştüm bir ara. Birazdan gidip onunla konuşayım bari. Elimde biraz gelir olsun.
Kafamdaki korku dolu sesi susturmak için normal bir hayatım varmış gibi dertleri düşünmeye başladım. Şu an Faruk amca Murat'ın elinde diye düşünmemek için bir anda para kazanmam gerektiğini aklıma getiriyordum.
Esra'ya mesaj attım hep birlikte gelmeleri için. Artık bu konuyu konuşmamız gerekiyordu. Uzaması iyi değildi.
Gelmelerine daha vardır diye düşünerek dışarı çıktım, tabii pijamayla değil. Kafeye girdim.
- İyi günler, dediğimde tatlı bir gülüşle bir beyefendi karşıladı beni. İş ilanı için gelmiştim, diyerek kapıda duran kağıdı işaret ettim.
- Ah, tabii. Buyurun, diyerek masayı işaret ettiğinde oturmam gerektiğini düşünerek sandalyeye oturdum ve o da yanıma geldi. Ne kadar süre çalışabilirsin?
- Hafta içi, okuldan sonra gelebilirim.
- Hafta sonu, diyerek kaşlarını kaldırdı.
- O zaman gelemem galiba aslında ama bilmiyorum.
- Tamam, dedi gülerek. Sorun değil. Dün de biri gelmişti, sadece hafta sonu çalışabileceğini söylemişti. Paylaştınız galiba, dediğinde ben de gülümsedim. Saat olarak peki ne kadar gelebilirsin?
- Yani.., diyerek etrafa baktım. Ben tam bilmiyorum. Yarı zamanlı diye geldim ama...
- O zaman 18-23 iyi mi?
- Olur, dedim başımı sallayarak. Peki maaş?
- Şimdi, diyerek hesap yapmaya başladı. Beş gün beşer saat, 4 hafta. Ayda 100 saat. Sana saati 50 TL olur. 5 bin lira. Ha bir de, dedi bir şey hatırlamış gibi. Bahşişlerin de bundan ayrı.
Düşündüm. Günde beş saatimi harcayarak iyi bir para olacaktı. Gerçek bir çalışan olsam az tabii ki, katılıyorum. Ama ben beş gün beşer saat... Öyle düşününce fena değil gibiydi.
- O zaman kabul ediyorum, dedim gülerek.
- Hayırlı olsun, diyerek uzattığı elini sıktım. Yarın başlarsın o zaman. Bugün pazar zaten, diyerek göz kırptı.
Eve geri döndüğümde kendimi iyi hissediyordum. Okuldan eve dönüş, yemek yeme ve sonra işe gidiş kısmı biraz sıkışık olabilirdi ama olsun. Zaten en fazla 4 ay yapacaktım bunu. Sonra staj başlıyordu.
Bizimkiler kapıyı çaldığında tüm bu ütopik dünyamdan çıkıp bizim evrene geri döndüm. Kapıdan içeri giren Esra direkt olarak boynuma sarıldığında şaşkınlıkla ne yaptığını anlamaya çalıştım, bu sırada da ben de ona sarıldım.
- Korkma bebeğim, diye fısıldadı kulağıma. Halledeceğim o meseleyi, dedi kimse fark etmeden.
Kaşlarımı çatıp ne demek istediğini anlamaya çalıştım. Herkes salona geçtiğinde ben de yanlarına gittim.
- Arkadaşlar, diyerek konuşmaya başladım. Biliyorum sevmiyorsunuz ya da başka şeyler... Şu an önemli değil. Faruk amca Murat'ın elindeydi. Bu duruma el atmalıyız artık. Ne kadar uzun süredir uğraşıyoruz ama hiçbir şey ilerlemiyor. Murat'ı hapse attırmak için bir sürü yol denedik. Karakolda Barış abiye söyledim, kütüphaneye gittik. Sahi Osman, diye döndüm Osman'a. O kitapta bir şey çıkmadığına emin miyiz? Boşuna mı oldu o kaza, dedim acı bir gülüşle.
Anlamamış bir şekilde baktı bana. Birkaç saniye içinde aydınlanma yaşayarak elini cebine attı.
- Fotoğrafını çekmiştim ben. Neydi kitabın adı? Seni çok sev-
- Öhö öhö, diye tıkanmış gibi yaptığım zaman Ali bana dönünce Cem de Osman'a susması için işaret veriyordu. İyiyim, sağ olun.
- Ada ilk sayfaya bakıyorum, dedi Osman bozuntuya vermeden. Burada bir sürü yazılar ve imzalar var. "Tek gerçek aşkım Sevgi'ye Murat'tan sevgi dolu bir armağan" yazıyor.
Yutkundum. Sevgi teyze ve Murat...
Başım dönmeye başlamıştı, hızla tutunarak koltuğa oturdum.
- Ada, dedi endişe dolu bir sesle Ali.
Başımı sağa sola salladım.
- İncindim, diye fısıldadım. İncitildim derinden.
Sevgi teyze yeniden bana yalan söylemişti. Başka bir Murat demişti. O an aklıma gelen fotoğrafta da Murat ve Sevgi teyze vardı zaten. Ama bunun bir aşk hikayesine dönüşmesi... Midem bunu kaldıramazdı.

"Artık beni asla, yaralayamaz hayat, eğer istemezsem
Yıllar beni kolay, yakalayamaz ben, durup beklemezsem
Artık beni asla, yaralayamaz hayat, eğer istemezsem"

Keskin BıçakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin