Hastalık, güney kutbundan ekvatora doğru sebebini bilmediğimiz bir nedenle göç eden, genetikleri ve bedenleri kısmen değişime uğramış olan, dünyamızda yüz elli milyon yıldır hüküm süren fırfırlı köpekbalıklarının Japonya sahillerine vurmasıyla birlikte başladı. Bu köpekbalıklarından biz insanlara geçen basit bir virüstü aslında bu felaketin temeli. Virüs, bir enfeksiyondan ibaretti ve hastalanan herkesi, virüsün ilkel canlılardan bulaştığından dolayı ilkel değişimlere uğrattı. Beyinlerde başladığı öne sürülen bu bozukluk, insanın belli başlı hareket ve algılarında yitiklik oluşturuyordu. Yitikliğin yanı sıra istem dışı davranışlar da gözlemlenebiliyordu. Dünya Sağlık Örgütü durumu daha ilk aydan küresel bir pandemi olarak kabul etti. Tıpkı 2019 yılında başlayan Covid19 gibi. Neyse ki bilim insanları enfeksiyon yayılmaya başladıktan iki ay sonra, mart ayının yirmi dördünde tedavi maiyetinde bir aşı geliştirdiler. Evet, bu çok erken bir süre ve bu yüzden büyük bir kesim bu virüsün proje türünden bir olay olduğu iddialarıyla sosyal medyayı sallamaya başladı. Aşıya gelecek olursak da hem aşı, hem panzehir görevini üstlenen bu mavi renkli sıvı, tüm iddialara rağmen dünya üzerindeki her insana enjekte edilmeye çalışıldı. Bu enjekte süreci yalnızca üç hafta sürdü. Evet, durum o kadar ciddiydi. Çünkü Covid19'dan farklı olarak gelişen bir durumdur ki: Bu virüsün etki ve tepkileri daha kısa süre içerisinde baş gösteriyordu. Ayrıca aşılama sürecinde tıpçıların acele etmelerinde bir sebep olduğu açıkça ortadaydı. Mavi sıvı, hiç hastalık kapmamış olanlar için bir kurtuluş olmuştu evet ama nedense bütün hastalar üzerinde fayda göstermeyebiliyordu. Bunun sebebi ise haftalar sonra basına yansıdı. Virüs, beynin içinde bir aydan fazla kaldığında panzehirin hiçbir yararı olmuyordu. Biz insanlar tüm bu süreç içerisinde tıpkı seneler önceki gibi karantinaya girdik. Krizi iyi yöneten ülkelerde enjekte olmuş olanların sayısı daha fazlayken, benim yaşadığım yer olan Türkiye gibi ülkelerde ise bu durum pek de iç açıcı değildi. Kimi kandırıyorum ki, tam bir fiyaskoydu... Panzehirin bulunmasından iki ay sonra yani temmuz ayında ülkemin üçte biri virüsü kapmıştı bile. Fevri davranışları aydan aya artan insanlarımızı zapt etmek için elimizden hiçbir şey gelemiyordu. Hastaneler dolmuştu ve tıbbi malzeme bitmeye başlamıştı. Fırfırlı köpekbalıklarındaki gibi hasta insanlardan sağlıklı olanlara da hava ve temas yoluyla bulaşıyordu bu virüs. Solunum yoluyla yani. Aşı olmayı reddetmiş olan yüzlerce insan, karantina sırasında birlikte yaşadıkları diğer hasta aile üyelerinden hastalık kaptı. Global bir pandemik süreçte aşıyı para karşılığında reddedebilme hakkına sahip olabileceğini seçme şansın olacak kadar berbat yönetilmişti Türkiye. Bugün etrafta bir tane bile insana nadir rastlıyorum ama bunun sebebi ne aşı, ne de virüstü. Aşı bulunduktan yalnızca dört ay sonra, yani 2024 yılının 19 Eylül'ünde Çin'deki bir laboratuvarda yaşanan kazada deneklerden biri hayatını kaybetti. Bana sorarsanız deneyler tersine gitti ve onu öldürdüler. Nasıl bir sonuç elde ettiklerini ve neyle karşılaştıklarını bilmiyorum ama olayın ardından o laboratuvarda çalışan birçok bilim insanı basına bile ifade vermeden istifa edip İzlanda'ya kaçtılar. Dünya üzerinde güvenli olan birkaç yerden birine... Öyle ki bazıları intihar dahi ettiler. Ne onurlu ama öyle değil mi? Denek olduğu sırada laboratuvarda ölen o cesedi ise sıradan bir toplu mezarlığa gömdüler. Yarın olduğunda, yani yirmi eylül tarihinde söylenilenlere göre mezar, ölen kişinin bir aile ferdi tarafından boş bulunmuş. Karantinadan kaçıp bir şekilde akrabasını ziyarete gitmek istemiş olan bu vatandaş, basına bu şekilde ifade vermişti. Birkaç dakika içerisinde ise filmlerden bildiğimiz "zombi" denen yaratıklardan birine dönüşüp onlarca insanı yemeye kalktığını öğrendik bu ölü deneğin. Tüm o laboratuvar sürecinde ne yaşandığı hâlâ bir sır ve bunu kimlerin bildiğini dahi bilmiyoruz. Kuduz ismi verilen, ölü ama bu virüs tarafından yönlendirilen, başka bir deyişle ele geçirilmiş beyin sayesinde yaşayabilen bu canlılar, insanları ısırıp yaraladıklarında on iki saatin sonunda ısırılan insanlar da onlardan birine dönüştüler. Bunu nasıl ve neden yaptıklarını da bilmiyoruz ama bildiğim tek bir şey var, o da hayatta kalmak. Köpekbalığı sürülerinin Japonya sahillerine çıkmasından iki gün sonra, yani 24 Mart 2024'te başlayan Hipovid24 virüsüne aşı sayesinde hiç yakalanmayarak Hipovirgin bir birey oldum. Hastalığa hiç yakalanmamış ve yakalanmayacak olan. Erken aşılanmanın faydasını tadanlardan biriydim kısacası. Dünya üzerinde yüzbinlerce Hipovirgin olması da umut verici bir şeydi. Ama dünyanın çivisi çıktı ve aylar geçti. Hükümet ve para diye bir şey kalmadı. 2025 yılına girdiğimiz ilk haftada Türkiye'ye kadar giren ve Asya kıtasını çoktan heba eden kuduzlardan tam bir yıl boyunca kaçarak hayatta kalabildim. Malesef hiç kimse ülke sınırlarından çıkamıyordu. Hükümet çalışanları ülkeyi terk edip tamamen güvenli olan Amerika'ya kaçtıktan sonra sınırlarımızı barikatlarla doldurmuşlardı. Bugün 2026 yılının nisan ayı. Çok yakında tarih ve saati takip etmeyi bırakacağım. Söylesene, artık ne önemi var ki? Bir de artık kaçmayacağım. İstemeden de olsa kuduzlarla savaşmanın bir yolunu buldum. Eğer bir gün son savaşımı vermiş olursam bu defteri çöpe atmayın. Tarih kitaplarının kahrolası sayfalarına ben Emirhan Göktürk'ü de yazın. Kabuklarınızdan çıkıp Amerika'dan buralara gelebilecek cesareti toplayabilirseniz tabi.Nisan / 2026
Emirhan Göktürk
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FAM 1: Gather Round
Khoa học viễn tưởngDünya'nın çivisi çıkmadan evvel üniversite arkadaşları olan bir grup insanın ölümle burun buruna olduğu süreçlerin ardından teker teker yeni yol arkadaşları eşliğinde denk gelişiyle bir olup kurdukları aile ilişkisiyle hayatta kalma serüvenini anlat...