6. BÖLÜM
Gözünde yaş birikiyor ama dökülmüyordu.
Hani ayaz bir kış sabahında azıcık yürüyüverdin mi gözlerin doluk doluk olurdu ya... Öyleydi Karaca. Tuğba'nın yanından çıkmış, dokunsalar devrilecekmiş gibi içi geçmiş bir halde evine doğru gidiyordu.
Köprüyü aştı önce, gözünde hep büyüyüp de çıkmak istemediği bayırı çıktığının bile farkında değildi. Ezberden yürüyordu. Bahçenin tahta kapısının mandalını çözdü, bahçeye bir adım atmıştı ki ardından hafif yüksek ve öfkeli sesle gelen Demir "Karaca!" diye seslenmişti. İki soluk kadar zaman sonra yanına gelmişti. Karaca içinde tutar ise hastalanırdı. Demir kendi ayaklarıyla geldiyse, konuşacaktı onunla. Sözüne güvenebilir miydi bilmiyordu. Sevdalı yüreği senin adın Karaca değil dese ona da tamam diyecekti ama kırıktı ya o da... Çalışmıyordu herhalde.
"Çok bağırma, geçesin evin ardına." Önden Demir büyük büyük adımlarla evin arkasına giderken gözü görmemişti Karaca'yı. Ne zaman ki evin arkasında, ayçiçeklerinin önünde durup da ardına dönmüştü, yanına gelen Karaca'nın halini fark etmişti. "Karaca, ne oldu sana?"
Gözünün ucunda titreyen yaşı, Demir'in gözlerine baktığı an süzüldü yanağına. Alelacele sildi gözyaşını. "Karaca, korkutma beni, birisi bir şey mi dedi?" Demir Karaca'ya bir adım yaklaştı. Eli kalkıp da yüzüne konmak istiyordu, gözyaşının ıslattığı yanağını okşamak istiyordu. "Karaca..." İnci gibi ardı ardına dökülen yaşlar yüreğine kor olarak düşüyordu sanki. Sesi acı içinde çıkmıştı dudaklarının arasından.
"Mühim değil, Tuğba'yla tartıştık biraz. Sen niye geldin?"
Konuşmak istemişti ya hani, neredeydi o karar? Şimdi niye Demir altını eşelemesin diye kaçıyordu Karaca?
Demir'in aklına kısa bir an kahvede konuşulanlar geldi. İçinde yeni bir öfke seli çağlarken Karaca'nın yüzüne odaklanınca unutuyordu her şeyi. "Karaca'm, sen bu haldeyken benim derdimin önceliği mi kalır? Sen anlat hele, elimden bir şey gelirse ben de tutarım bir ucunu." Karaca başını iki yana sallayarak reddetti onu. "Belki sonra anlatırım." Çok sonra... Belki anlatırım Demir...
"Sen söyle, delirmişsin yine belli." Gülümsemeye çalıştı. İlkin dudakları iki yana kıvrılırken titredi, sonra gülüşü istemsiz Demir'i rahatlattı. O anda yükseldi zaten.
"Kahvede duydum, baban doktorun ağabeyiyle konuşuyordu." Karaca dümdüz gözlerine bakarken bir an evvel sadede gelmek amacıyla tek çırpıda konuştu. "Görücü gelmek istediler, baban da kabul etti." Demir ne tepki verecek diye Karaca'nın göz bebeğine dikkatle bakarken Karaca hala aynı düz bakışlarla bakıyordu yüzüne. Demir'in öfkesi an be an artmaya başlamıştı. "Karaca, Mehmet'e gelmiyorlar görücüye. Sana geliyorlar sana!" Demir, Karaca anlasın diye baskıyla konuşurken; Karaca oldukça sakin ve olağandı.
"Yani gelsinler, ne yapayım ben Demir?"
Demir'in öfkesinin yerini büyük bir şaşkınlık alırken bir adım geriye kaçtı. Birkaç saniye göz göze kaldılar. "Karaca şaka mı yapıyorsun?"
"Niye şaka yapayım şimdi? İlk defa görücü gelmiyor ya..."
Demir sesini yükseltmek istiyor, karşısındakinin Karaca olduğunu hatırlayınca sesinin tonuna dikkat ederek kelimelerini çıkarmaya çaba gösteriyordu. "Karaca'm, güzelim." Karaca'nın kırgın gönlünün bir köşesi yamanır gibi oldu ama yüzünde bir mimik bile oynamadı. "Tamam, geliyormuş önceden ama... Elimden geldiğince zaten geçmişi yok saymaya çalışıyorum ama bir şeyler değişmedi mi? Bir mi öncesiyle şimdi Karaca?"
"Aynı değil mi Demir?" Karaca'nın geldiğinden beri kendine olan uzak bakışları, dümdüz çıkan sesi... Hepsi Demir'in tahammülünü o kadar zorluyordu ki...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖRDÜĞÜM: GÜLLER VE DİKENLERİ
Dla nastolatków1970'lerden geliyoruz. * "Hava kararacak birazdan. Düş hadi önüme." Karaca şapşal şapşal yüzüne bakarken suratını da asamadı. İçi yanıyordu ama ona hep gülmeliydi sanki. Öyle de yaptı. Dudakları hafifçe kıvrıldığında Karaca da istemsizce gülümsedi...