Penceremin dibindeki koltuğa oturmuş, yağmur damlaları sesinin eşliğinde kitabımı okuyordum. Konusunun beni cezbettiği polisiye romanın içine dalmıştım. Şöyle bir cümle geçiyordu. "Hiç kimse bilebirmiydi ki, en güvendiğimiz insanın bir gün katilimiz olacağını?" Kendimize dahi itiraf edemediğimiz yalanların esiri değil miydik hepimiz. Bu bir kitapta geçen cümle dahi olsa içimi yakmıştı. Herkesin geçmişi vardı ve o geçmişin bizim katilimiz olduğu gerçeği... İşte buydu asıl acı veren. Düşüncelerimin yoğunluğu ile başımı kaldırmış pencereden dışarıya bakmaya başlamıştım. Yağmur şiddetini yitirmiş, usul usul yağıyordu artık. Her yağmur yağdığında kendime bir uğraş bulurdum. Yağmur altında geçirdiğim o acı günleri hatırlamamak için. Kimseye dahi anlatamadığım o yüreğime bıçağın saplandığı o günü. Şimdi yeniden aklıma gelen o anlar içimi sızlatmaya başlamıştı. Dokuz yaşındaydık, ikizimle beraber babamın bizi gitmeyi çok istediğimiz kurs merkezinden almasını bekliyorduk. İkizim daha o yaşlarda bilgisayar kursuna gitmek için yoğun ısrarları ile babamı bezdirerek ona kabul ettirmişti. Babam onu bilgisayar kursuna kaydederken beni de taekwondo kursuna kaydetmişti isteğim ile. Yaz boyu devam ettiğimiz kurstan çok memnunduk. Okulların açılmasına bir hafta kalmıştı ve biz öğrendiklerimizi arkadaşlarımıza anlatmak için sabırsızlanıyorduk. Dışarıda sağanak yağmur vardı ve biz kurs merkezinin girişinde babamı bizi alması için bekliyorduk. O sırada ikizimle birbirimize gün içerisinde neler yaptığımızı anlatıyorduk. Kahkaha ile o gün henüz yeni öğrendiğim teknik hareketle benden tam 7 yaş büyük bir ağabeyi yere serişimi anlatıyordum. Çok eğlendiğimiz ortadaydı ve gelip geçenler bize tebessümle bakıyordu.
Daha sonrasında gözüm dışarıya kaydı. Annemizin siyah bir arabanın içerisinde arka koltuğundaki camdan bize baktığını gördüm. Arabanın her ne kadar bize ait olmaması kafamı karıştırsada çok düşünmeden annemin olduğu arabaya koştum. Annem arabadan yavaşça çıktı ve aynı yavaş adımlarla yaklaştı bana doğru. Ben yanına vardığımda yağmurun bizi ıslatmasına bakmadan önümde çömelerek boylarımızı eşit bir hizaya getirdi, yalnız sağ omzumu eliyle sıvazladı. Ve o zamanlar anlamadığım ama şimdi anlamının daha acı verdiği o sözleri söyledi. "Yağmur her zaman acı verir kızım, acı olan şeyleri hatırlamak hoş değidir. Unutmak iyileştirir, acı veren şeyleri unutun olur mu?" anlamamıştım. Ve safça "Anne sen hastalarını acı veren şeyleri unutturarak mı iyileştiriyorsun?" diye sormuştum. Kendisine hep imrenirdim o bir doktordu ve benim arkadaşlarımın annelerinin arasında bir tek benim annem doktordu. Gurur duyardım onunla, taki o güne kadar. Sorduğum soru ile yüzünde şaşkınlık belirdi. Sanki böyle bir soru beklemiyormuş gibi. Yanımıza ikizimin koşarak gelmesiyle benden bakışlarımı alıp ona sıkıca sarılmıştı. Uzun süren sarılmanın ardından ayrılıp kardeşimin gözlerinin içine bakmıştı. Ve ona bana söylediğinden farklı olarak onu çok sevdiğini söylemişti. Tekrar bana baktığında tam birşey söyleyecekken arabanın ön camı açılıp siyah şapkalı bir adam çatallı sesiyle konuşmaya başladı. "Bu kadar yeter Ümran! Bin artık!" Annem arkasını dönmeden başını sallayarak onayladı ve ayağa kalkıp arkasını dönecekken elinden tuttum. "Nereye gidiyorsun anne?" Bakışları bana döndüğünde elimi sert bir şekilde ittirmişti. Ben su biriken yere sendeleyip düştüğümde kardeşim yanıma çökerek anneme bağırmıştı. "Ne yaptın anne?" Annem otoriter bir sesle "Bir daha bana anne demeyin, ben sizin anneniz değilim!" Neler olduğuna şaşırmış bir vaziyette hala yerde oturur durum da iken, annem çoktan bizi bırakıp arabayla uzaklaşmıştı. Adamın sözleri ile sanki annemin bakışlarında yabancılık görmüştüm. Daha dokuz yaşında küçük bir çocuk iken tatmıştık terkedilme duygusunu. Zayıf bir kız değildim. Hiç bir zamanda olmadım. Kardeşime, aynı yaşta olmamıza rağmen ona hem arkadaş hem abla hemde anne olmaya çalıştım. Onun o zamandan sonra girdiği bunalımlardan hep ben çıkarmıştım. 18 yaşında lise sona giden gençlerdeniz artık. Şimdilerde ise tüm yaşanmışlıkları geride bırakıp, her kardeş gibi birbirimize sürekli dalaşırız.Odamın kapısı birden açılıp duvara sert bir şekilde çarptığında neye uğradığımı şaşırıp yerimden sıçradım. İçeriye aklı küçük ama yaşı benle aynı olan ikizim dalmıştı.
Sinirle sesimi yükselterek;
- Ya sana kaç kez diyeceğim Yağız ya! Pat diye girme şu odaya!
Yağız;
- Tamam be yemedik odanı babam bizi, daha doğrusu seni çağırıyor önemli birşey konuşacakmış!
Ben;
- Yine nasıl bir fitne soktun araya acaba?!
Yağız;
- Ne alakası var kızım! Sen anca benim günahımı al!
Ben;
- Eğer bugün ki olayı babama söylediysen var ya elimden kurtulamazsın Yazo!Yağız kısa bir süre neyden bahsettiğimi düşünmeye başladı. Aklına gelmiş olacak ki müzipçe gülümseyerek konuşmaya başladı.
- Sen ondan mı bahsediyorsun? Yok kız onu söylemem o konuda tam destekçinim sis!
Ben;
- O halde ne bu önemli konu?
Yağız;
- Senin adam dövmelerinden daha önemli bir konu olsa gerek, bende bilmiyorum ki. Zahmet edip aşağıya teşrif ederseniz Tuana hanım, belki o zaman öğrenebiliriz.Onun sırıtarak söylediklerine, göz devirdim ve aşağı inmeye başladık. Okul geçen hafta açıldı. Yeni gelen dokuzları, okul çıkışında köşeye sıkıştırıp para tırtıklamaya çalışan üst sınıfları gördüğümde dayanamamıştım. Okulumuzda çok sayıda zorba var. Ve gerektiği zaman hadlerini bilmelerine yardımcı oluyorum. Bugünde onlara hadlerini bildirdiğim günlerden biriydi. Babam bu tür davranışlarıma çoğu ebeveyn gibi çok kızar. Hakkımda çok sık şiddet eğilimi ile şikayette bulunmuşluğu yok öğretmenlerimin. Ama babam haklı gerekçelerimin dahi olduğu nadir ona ulaşan haberlerde. Beni küçükken taekwondo kursuna gönderdiği için pişman olmasına sebep oluyor. Ama ben hiç pişmanlık duymadım. Kendimi , kardeşimi ve zayıfları koruyabildiğim için her zaman şükranlarımı sundum babama.
Aşağıya inmiş babamın bu haberi duymasından endişe duyarak mutfak kapısında dikiliyordum. Babam elinde çayı ile pencereden dışarıya bakıyordu. Yağız çoktan içeriye girmiş mutfak masasına oturmuştu. Çekinerek içeriye girdiğimde masum evlat maskesini yüzüme geçirerek arkası dönük olan babama seslendim.
- Baba beni çağırmışsın?
Babam;
- Evet Tuana gel otur sizinle birşey konuşmak istiyorum.Yavaşça sandalyeyi çekip oturduğumda sessiz kalarak babamın söze başlamasını bekledim. Babam elindeki bardağı tezgaha bırakıp iki elini de masaya dayayarak önümüzde hafif eğildi. Yağız sessizlikten sıkılmış olacak ki masanın üzerinde duran meyve tabağında ki elmayı eline alıp bir ısırık aldı. Babam ona aldırış etmeden derin bir nefes alıp söze başladı.
- Çocuklar siz anneniz ile hala görüşüyor musunuz?
Sakince sorduğu soruya asla sakin kalamamıştık. Yağız ağzındaki elma ile boğuk bir ses çıkararak "NE?!" Diyebilmişti. Ben ise direk ayağı kalkıp;
"Baba sen ne dediğinin farkında mısın?! O kadınla ne diye görüşelim!" Diyerek çıkışmıştım.
Babam yalnızca bizim tepkilerimizi izledi ve daha sonra sakince sözü benden aldı.
- Sakin olun çocuklar. Bugün siz okuldan geldikten sonra eve bir mektup geldi. Ve üzerinde sizin isimleriniz yazıyor. Gönderenin ismide olmayınca, bende annenizden gelmiş olabileceğini düşündüm.Yağız şaşkınca söylenilenleri dinlerken ben babama bir soru daha yöneltmiştim.
- Peki ne diyor mektupta gönderen her kimse?
Babam;
- Tabiki açıp okumadım. Sonuçta o size gelmiş bir mektup. Ama sizin okuduktan sonra ne konuda yazıldığını ve kimin yazmış olduğunu bana açıklamanızı bekliyorum. Çok geçmeden yatın yarın okul var ona göre! Okuldan geldiğinizde konuşuruz yine bu konuyu.Arkasını dönüp, faturalar ve ıvır zıvırların bulunduğu dolaptan iki zarf çıkarıp masaya bıraktı. Ardından yanıma gelip başımın üstüne öpücük kondurduktan sonra Yağız'ında dağınık olan saçlarını iyice karıştırıp odasına çıktı.
Onun ismini bile duymak beni germişti fazlasıyla ve bu sinir gözlerimin istmesizce dolmasına sebep olmuştu. Yağız beni dürttüğünde gözümü masaya bırakılan mektuplardan alıp tekrar sandalyeye oturduğumda Yağız'la bakışıyorduk. Dolan gözlerimin duygusallıkla alakası yoktu. Ama Yağız bunu zaten biliyordu. İkizdik sonuçta hissediyordu. Yağız;
- Hadi ama daha kimin gönderdiğini bile bilmiyoruz bu kadar sinirlenmene gerek yok. Artık şu mektuplara bir bakalımda öğrenelim neymiş bu kadar olaya sebep olan.
Kafamı onaylarcasına salladığımda ikimizde kendi isimlerimizin yazıldığı zarfları açıp okumaya başladık...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
AVCILAR
AléatoireBir grup genç, biz onlara "AVCILAR" diyoruz. Birbirinden çok uzak yerlerden toplanıp bir araya getirildi. Her birinin farklı özellikleri var. Burada fantastik güçlerden bahsetmiyoruz. Onların özellikleri beraber olunca fantastik bir takıma dönüşüyor...