Evimde yalnız kaldığım ilk gecede, tamamen doymuş, yorgunluktan harap bir şekilde, üstümde ince bir pikeyle baygın gibi uyumuştum. Havalar hala sıcak olduğu için şanslıydım, ama ileriyi düşünerek bir soba almam şarttı.
Sabah uyanıp kendime geldiğimde fark ettiğim ilk şey, temizliğin kendine has kokusuydu. Derin bir nefes alıp yataktan doğruldum, banyoda dünden kalan temiz sularla yüzümü yıkayıp bahçeye çıktım. Ufak bahçe ekilecek şekilde çapalanmıştı, bunu kimin yaptığını düşünürken ellerinde ufak poşetlerle dünkü gençlerden biri yanıma geldi.
"Günaydın kardeşim, senin ufak bahçeyi hallettik. Ne seversin bilemediğimden domates, biber falan fidesi getirdim. Hepsi ata tohumu, güvenle yiyebilirsin yetişince."
O poşetlerden çıkartıp fideleri ekerken yanına çöküp nasıl yaptığını izledim. Öğrenmeye olan hevesim bitmiyordu, yapabileceğim her işi öğrenmek için çaba gösteriyordum. Tüm fideler ekilince, ufak bir tasla diplerine az miktarda su döktü.
"Ben can suyunu verdim, rabbim de bereketini versin kardeşim." Ellerini silkeleyip bana el sallayarak bahçeden çıkıp geldiği gibi gitti.
Karnımın guruldamasıyla kendime gelince az miktarda kalan paramı da yanıma alarak bakkala doğru yola çıktım. Kahvaltı için azar azar bir şeyler almam gerekiyordu.
Bakkalın köşesine geldiğimde iki çocuk yanıma geldiler, pembe yanaklarıyla nefes nefeselerdi.
"Abi seni Akif abi çağırıyor, benim eve getirin dedi." Ben o mavi gözleri düşününce bir tuhaf olmuştum yine, derin bir nefes alıp kafamı salladım. Çocuklar önde, ben arkada yola koyulduk. Akif ufak bir evin önünde iki kişiyle konuşarak kahvaltı hazırlıyordu.
Ben kapıda dikilip kalmıştım, beni farkettiği gibi hemen kapıya geldi. İçimdeki garip heyecanı bir türlü yenemiyordum, bana doğru attığı her adımda sanki kalbim duracak gibi oluyordu.
"Kardeşim, gel kahvaltı edelim diye çağırdım seni. İlk günden bir başına oturma sofraya dedik." İki genç çoktan başlamışlardı bile, dün yardım edenlerden birisiydi bana bakarak çayını içen.
Biz birlikte masaya ilerlerken Akif elini omzuma atıp hafifçe sıktı, omzumdan vücuduma ufak bir elektrik akımı yayıldı sanki. Bana kimse adımı bile sormamıştı, bende söylememiştim. Herkes masada yerini alınca bende konuşmak için derin bir nefes aldım.
"Benim adım Ali bu arada, Ali Kaya." Hepsi kafalarını sallayıp yemeye koyulunca bende önüme konulan çaydan bir yudum aldım.
Hafiften kazınan midemi bayram ettirecek şekilde, mükellef kahvaltıya diğer gençler gibi gömüldüm. Bir süre sonra muhabbetler yeniden başlayınca keyif çayları içildiği belli olmaya başladı.
"Valla vermiyor adam kızını bana, inat etti. Nuray da bir gel diyor, bir babam istemiyorsa varamam sana diyor. Gönlü yok galiba bende." Akif'in dudakları duyduklarıyla kıvrılırken bende hafif gülümsedim.
"Oha, Ali'nin gamzelerine bakın len. Belediye çukuru mübarek." Ben nadiren gülümsediğim için çoğu kişi fark etmezdi gamzelerimi.
"Sait, sakin kardeşim. İlk kez mi gamzeli bir erkek görüyorsun?" Tam karşımdaki genç hala bana bakarken saf saf cevap verdi.
"Yok oğlum, Necmiye ablanın en ufak oğlu da gamzeli ama bu kadar derin değil gamzeleri." Ben hafiften utanmaya başlarken Akif yardımıma yetişti.
"Yavaş kardeşim, Ali kardeş alışkın değil sizin rahat tavırlarınıza. Yusuf sen Sait'i de al, benim dükkanı açın. Salih abiye gidecek mallar vardı, fayans falan onları halledin."
İkili çaylarının sonunu içip ayaklanırken yalnız kalacağımız gerçeği yeni aklıma gelmişti. Elim ayağım birbirine dolaşırken bende tepsiyi alıp sofrayı toplamaya başladım. Akif gelip yardım ederken tekrar hızlanan kalbim yüzümün kızarmasına sebep olmuştu.
Eğilip masanın üstünden yüzüme yaklaştı, başımı kaldıramıyordum. Mavi gözler içimi görecek, benim bile bilmediğim bu duyguları, kıvılcımları anlayacakmış gibi hissediyordum. Kendimden utanıp tepsiyi mutfağa götürdüm, tek tek yerleştirip bulaşıklara başlayacakken elimi tutup beni durdurdu.
"Makina var Ali, dizelim çıkalım hemen." Başımı sallayıp makinaya dizmesine yardım ettim elimden geldiğince.
Beni de kendi iş yerine götürmesine sesimi çıkartmadım, büyük bir depo vardı. İki masanın olduğu konteynırdan bir ofis ve bir kaç kamyonet. Öyle ahım şahım bir yer değildi haliyle, ufak bir yerdi burası ve ihtiyaçlarına yetiyordu.
"İş bulamadıysan benim yanımda çalışabilirsin, kum, çimento, fayans gibi şeyler taşıyor çocuklar. İş ağır biraz ama burda hafif iş pek yok zaten. Askerden yeni gelen gençler başka iş bulana kadar benim yanımda çalışır genelde."
Benim ondan yapılı olan vücudumu süzdü bir süre, alt dudağını yaladığında nefesim boğazımda kaldı. Kendi tepkilerime anlam veremiyordum, sırf bir adam dudaklarını yalıyor diye çadır kuracaktım sokak ortasında.
"Maşallah, fiziğin de yerinde. Sen halledersin bu işi, zaten çok yoğun olmuyor. Bir tek bahar gelince işler çoğalıyor, şimdi yaz sonu olduğu için yavaşladı haliyle." Başımı sallayıp yere eğdim, o mavi gözlerde kendimi kaybetmek istemiyordum.
Sırtımda hissettiğim elle öne ilerletildim, depo gibi yere girdik ve kamyonetlere fayans taşıyan gençlerin yanına doğru yürüdük. Herkes sıraya girmiş elden ele uzatıyordu, bir kişi de kamyonetin kasasına yerleştiriyordu fayans kutularını.
"Kolay gelsin gençler, Ali kardeşimiz de bundan sonra bizimle çalışacak. Siz ona ne yapması gerektiğini anlatırsınız, soran olursa ben ofisteyim." Sırtımı pat patlayıp giderken kendimi arkasından bakmaktan alamadım.
"Hoşgeldin kardeş, sen bize paletten uzat fayansları, biz ilerletelim." Kafamı sallayıp verdikleri eldivenleri elime geçirip işe koyuldum. Bir saat sonra işimiz bitince kamyonete atlayıp yola koyulduk, birde inşaatta yukarı taşıdık araçtan alıp.
İlk gün için iyi yorulmuştum, eve yine birlikte yürüdük. Akif durmadan bir şeyler anlatıyordu, benim aklımda ise ona karşı hissettiğim tuhaf çekim vardı. Başımı yerden kaldırıp yola çıktığımızdan beri konuşan mavi gözlü adama çevirdim. Hafif kirli sakalıyla sıradan bir adam gibi dursada, göz göze geldiğimizde yada bana dokunduğunda kalbim çıkacak gibi oluyordu.
"Yarın biraz geç açarız, haberin olsun. Cuma namazından sonra gideriz dükkana, sende dinlenmiş olursun. İlk günden zorlanmışsındır haliyle."
Naif sesiyle gözlerimi kapatma isteğiyle doldum, sanki kulaklarımda okşanıyormuş gibi bir his bırakıyordu sesi. Kafamı salladım sadece, hafifçe gülümsedi ve kendi evinin yoluna doğru döndü iyi akşamlar dileyerek.
Yolumu markete çevirdim, cebimde son iki yüz liram vardı. Biraz zeytin, peynir ve iki de ekmek aldım. Tabak çanak bile yoktu evimde henüz. Düzgün bir iş bulunca yavaş yavaş alırdım, tek tek düzerdim evimin her ihtiyacını.
İlk almam gereken bir çaydanlıktı, bardaklar, sonra kalın bir battaniye ve yorgan. Soba da almam gerekiyordu, kış kapıda sayılırdı. Su ısıtmak için bir kazan lazımdı, temizliğime önem verirdim her zaman.
Ben düşünerek yürürken evimin önüne varmıştım bile, kapımda Hatice teyze vardı. Elleri kolları doluydu, hemen koşup elindekileri aldım. Saçlarımı okşadı, yüzümü sevdi bir süre.
"Oğlum, şimdi sen düzen tutana kadar gel akşamları bende ye desem gelmezsin. Bende sana börek yaptım, sabaha tavada ısıtırsın sıcak sıcak yersin. Birkaç mutfak eşyası da var o poşetlerde, hoşgeldin, hayırlı olsun hediyesi de Hatice teyzenden emi kuzum."
Gözlerim dolu dolu başımı sallarken o karşıdaki evine doğru ilerlemeye başlamıştı bile. Teşekkür edip evime girdim, eski tip pili ışıldağımı asıp karnımı doyurdum ve kendimi uykunun kollarına bıraktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kimsesiz Ali
General FictionÜcra bir mahallede harabe bir eve yerleşen azimli bir genç Mahallelinin ailesine saygısından yönelimine karışmadığı eşcinsel bir genç