"Sevgili günlük,
Sanırım annem artık beni sevmiyor. Eskiden her gün parka giderdik ama şimdi hiç gitmiyoruz. Hep yorgun olduğunu söylüyor. Çok üzülüyorum bu yüzden ama Bam bana üzülmemem gerektiğini söyledi, geçecekmiş. Onu çok seviyorum o benim tek arkadaşım.
İyi uykular"ও
"Chaeyoung-ah, benim için arabadaki koliyi getirir misin?"
Lalisa'nın annesinin ricasını ikiletmeden elimdeki temizleme bezini bırakıp ayaklandım.
"Anne, yoruldum!"
Bugün okula gitmek yerine Lalisa ve annesine taşınmada yardım etmeye karar vermiştim. Sabahtan beri yeni evlerini temizliyor ve taşıma şirketinden önce bir kaç eşyayı kolaylık olsun diye yerleştiriyorduk.
"Lalisa, Chaeyoung 1 kere bile şikayet etmiyor ama sen sabahtan beri konuşup duruyorsun! Elin çalışsın hadi"
"Chaeyoung içinden şikayet ediyor, dimi Chaeyoung-ah?"
Lalisa beni kurtar bakışları atarken dikildiğim kapının pervazından masumca omuz silkip Lalisa'ya dil çıkardım.
"Yalan söylüyor Chit, inanma sen ona"
Lalisa'nın annesinin tatmin olmuş bakışları benden ona çevrilirken, onları arkamda bırakıp merdivenlerden aşağıya indim. Taşındıkları yer Han Nehrine yakın 3 katlı minik bir apartmandı. Gördüğüm an vurulmuştum çünkü çok güzel bir manzarası vardı tüm odalarının çok güzel bir ferahlığı, enerjisi vardı.
Lalisayla ortaokuldan beri tanıştığımız için ailesiyle de içli dışlıydık. Onun annesi ve babası Lalisa daha ilkokuldayken boşanmıştı ama babasıyla arası iyiydi, onunla da görüşüyordu. Ortaokulda Taylandlı olduğu için kendini insanlardan uzak tutuyor ve onların zorbalıklarından çekiniyordu. Ben onun yanına gidip "Hey, kantine inmek ister misin?" dememle arkadaşlığımız başlamıştı.
Arabaya gidip çok da ağır olmayan kutuyu kucağıma aldım. Dizimle kutuyu desteklerken kapıyı kalçamla kapatıp arkamı döndüm. Apartmana doğru ilerledim.
"Ay, sen ne minik bir şeysin böyle. Eziyordum az daha seni."
Az daha üstüne basacağım minik yavru kedinin yanına eğildim. Elimdeki koliyi yanıma bırakıp onu inceledim. Turuncuydu, cılızdı, avcuma girebilecek kadar küçüktü. Burnuna hafifçe dokunup etrafıma göz attım. İleriden gelen 3 kişi hariç kimse görünmüyordu. Annesi yemek aramak için gitmiş olmalıydı.
"Annen nerede? Neden bu kadar cılızsın? Aç mısın?"
Geri arabaya koşturup arka koltuktaki sırt çantamdan minik mama kutusunu çıkarttım. Yavru kedi aynı yerinde duruyordu ama onun yanına koşturarak gelmem onu ürkütmüştü. Daha fazla bekletmeden önüne yiyebileceği kadar mama boşaltıp eğildiğim yerden açlıkla mamasını yemesini seyrettim.
"Açmış baya."
Yanımda, ellerini kapüşonlusunun cebine sokmuş dikilen Jeongguk'un sesiyle başımı kaldırmamla göz göze geldik. Hafifçe gülümseyip başıyla selam verdi. Aynı şekilde cevap verdim.
"Annesi nerede onu merak ediyorum, sanırım uzun zamandır yemek yemiyor."
Ben üzgünce konuşurken o yanıma eğildi. Aynı benim yaptığım gibi, ona doğru başını çeviren minik kedinin burnuna dokunup gülümsedi. İlk defa bu kadar yakınında olduğum için güldüğünde çıkan tavşan dişlerini net görebiliyordum.
"Ölmüştür belki annesi"
Bir yandan kedinin başını severken diğer yandan mırıldandı. Yüzü düştü, gözlerini kediden bana çevirdi. Onu dikizliyormuşum gibi görünmemek adına bakışlarımı kediye çevirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Paper Hearts
FanfictionSimsiyah bir kitap gibi düşün kendini Jeongguk. Okumaya başladıktan sonra insan ruhunu cılız mum ışığıyla aydınlatılmaya çalışan bomboş bir odada buluveriyor. Seni tanıdığını sanarken aslında hiç tanımamış, anladığını sanarken hissettiğin duyguların...