Jeongguk, yüzüne sabitlenen buz gibi bakışları görmezden gelerek limuzindeki mini-bara uzanıp kendine sert bir içki seçti. Onu kaçırırken ne düşünmüştü? Aklını kaçırmış olmalıydı. Bir minyatür Burbon şişesi kapıp kapağını açtı ve başına dikip barut gibi sert sıvının içini yakarak boğazından aşağı akışının keyfini çıkardı. Gözünün ucuyla Taehyung'un da bir şişe maden suyu aldığını gördü ve kendine ona bakmaması, onu seyretmemesi gerektiğini hatırlattı.
Şekilli burnu, bir süper modeli bile kıskandıracak kadar çıkık elmacık kemikleriyle o muhteşem, görenleri hayran bırakan kemik yapısına, o insanı kendinden geçiren altın rengi gözlerine ve o çıldırtıcı dolgun dudaklarına bakmamalı, kendini kaybetmemeliydi.
Ah, bu genç adam kanını tutuşturuyor, tenini yakıyordu.
Onu böylesine tüketen, bu kadar yoğun hisler duymayalı yıllar olmuştu. Arzu ve nefretle yanıyordu. Ve bu, kararlılığını ve kontrolünü yitirmesine sebep olan, son derece kuvvetli ve ölümcül bir kombinasyondu.
O, üzerinde muhteşem bir özel tasarım siyah-beyaz kıyafetiyle karşısında oturmuş Jeongguk'a şüphe ve nefret dolu gözlerle bakarken, Jeongguk'un tek düşünebildiği saçları yastığın üzerine yayılmış, göz bebekleri istekle büyümüş, kendini ateşli ve ilkel bir şehvete teslim etmiş haliydi. Ve hepsi bu değildi. Geçmişin çoktan kafasından silindiğini, anıların geçen zamana ve Joseon'daki çatışmalara kurban olduğunu sanmıştı ama ona dokunduğu andan itibaren hatıralar tüm netliğiyle karşısına dikilmişti.
Onun tenine dokunmayı, gerçekten arzulandığını hissetmeyi, etten ve kemikten bir insan olduğunu hatırlamaya başlamıştı. Ve bedeli ne olursa olsun yine aynı hisleri kısa bir süreliğine de olsa tekrar duyma isteği benliğini ele geçirmişti. Ama istemek başka bir şeydi, elde etmek başka bir şey.
Kendimi özgür bırakmıştım. Tek amacım biraz eğlenmekti. Ona karşı bir şeyler hissetmiş olduğuna dair en ufak bir umudu bile kalmamış ve kalbinin yerine koyduğu taş parçası tam ortasından kırılıp un ufak olmuştu. Bu işe kırılganlık ve özlem gibi zayıf duygular karıştırmak istemiyordu. Hiç istememişti. Fakat bu baş döndürücü varlık aklını çelmiş ve ona dersini çok iyi vermişti.
"Aklından neler geçtiğini bana söyleyecek misin?" diye sorup alt dudağını dişlemeye başladı.
"Karar verdiğim an söyleyeceğim." Çünkü tüm kuşkularına ve Taehyung'un dediklerine rağmen adını koyamadığı bir şeyler vardı. İçinden bir ses kaderinin onun ellerinde olduğunu söylüyordu. Ne kadar çabalasa da ne olduğunu açıklayamıyordu, aynı onunla tanıştığı gün hayatının tehlikede olduğunu anlamasını ya da göz göze geldikleri anda Taehyung'un ona ait olduğunu bilmesini açıklayamadığı gibi.
Jeongguk'un içinde kopan fırtınalardan habersiz, verdiği sakin ve soğuk tepkiye karşı Taehyung derin bir iç geçirdi. Ve Jeongguk o an bu oyunu nasıl oynayacağını anladı; duygularını tamamen kilit altına alacaktı. Fakat Taehyung'un uzak ve mağrur duruşuyla bu hiç kolay olmayacaktı zira kibirli tavrını takınınca onu omuzlarından yakalayıp kendine gelene kadar sarsma isteğiyle yanıp tutuşuyordu. Bir yandan da zaman zaman yüzüne yayılan suçluluk duygusu onu ele veriyor, Jeongguk onun da kendiyle savaş verdiğim hissediyordu. Öyle anlarda beyninin içine girip sırlarını öğrenmenin bir yolunu bulmak istiyordu.
Nihayet havaalanının ışıkları ve özel jeti görünmüştü. Taehyung, adeta içinde saray mücevherlerini taşıyormuşçasına deri çantasına sarılıp göğsüne bastırıyordu.
"Jeongguk, lütfen. Makul olmaya çalış. Ben senin düşmanın sayılırım ve... Başına dert olmaktan başka işe yaramayacağım. Bir kere otel görevlisi beni seninle gördü. Senin kim olduğunu biliyor muydu?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zamanı Durduralım || Taekook
FanfictionDüşman topraklar, iki hanedanın varisi. 21.yüzyılda hüküm süren hanedanlık rejimi. Joseon Hanedanlığından Jeon Jeongguk ve Taejo Hanedanlığının biriciği Kim Taehyung. •Mpreg •Historical bi hikaye değil. Günümüz şartlarında ve teknolojisinde gerçek...