Taehyung şoför kapısının açılıp kapandığını hayal meyal duydu. Limuzinin etrafında birkaç kişinin sesi birbirine karışıyordu. O ise Jeongguk'un çelik bir maske giymiş gibi sert ve duygusuz yüzüne bakmaya devam ediyordu. Ağzını açıp kapıyor ama sesi çıkmıyordu. Gözyaşlarının akmasını önlemeye çalışırken bir yandan da histerik kahkahalar atmamak için kendini zor tutuyordu. Gülmek istiyordu çünkü gece boyunca duymamak için elinden geleni yaptığı evlilik teklifi nihayet gelmişti. Ama tamamen yanlış erkekten...
Öyle olduğuna emin misin, Taehyung?
Evet, emindi. Elbette emindi. İşin en kötü tarafı bir saniye için de olsa gözlerinin tek görebildiği Jeongguk ve kulaklarının tek duyabildiği benimle ve evlilik kelimeleri olmuş, içindeki, sonu mutlu biten masallara ve gerçek aşka inanan, sorumluluklarından ve evliliğin karanlık tarafından bihaber küçük çocuk ortaya çıkmış ve mutluluktan kalbi ağzına gelmişti.
Küçük aptal çocuk. Saf ve temiz yürekli aptal Prens.
Durumun garipliği ve sessizliğin dayanılmaz ağırlığı onu konuşmaya zorlamıştı. "Jeongguk? Sen delirdin mi?"
Delirmek mi? Aklını kaçırmıştı. Çıldırmış, zıvanadan çıkmıştı.
"Muhtemelen."
İşte, gördün mü? Kendi bile delirdiğini kabul etti.
"Birbirine düşman ülkelere ait olduğumuzu unuttun mu?"
Ah, Jeongguk'u babasına sataşırken hayal edebiliyordu.
"Hey, beni hatırladın mı? Hani sana suikast düzenleyen adam vardı ya? İşte o benim. Şimdi de oğlunla evlenmek istiyorum."
Eğer gerçekten suikast düzenlemeye kalktıysa tabii. Ama öyle olmasa babası neden bu kadar korkunç bir dedikodu çıkarsadın ki? işin gerçeği onunla evlenmesinin doğuracağı felaketlerin sonu yoktu. Ve Joyeong henüz listede bile değildi.
"Sen ve ben düşman değiliz, Taehyung." Gözlerindeki ona siyah safirleri hatırlatan pırıltılar içini ürpertiyordu. "Beş yıl önce masumiyetini alıp sana sahip olduğum zaman düşmanlığımız bitti. Eğer baban ve amcam bu aralarındaki anlaşmazlığı devam ettirmek istiyorlarsa bu onlara kalmış bir şey, bu bizim geleceğimizi etkileyemez."
Duyduklarına inanamaz halde başını sağa sola salladı. "Bunu nasıl söyleyebilirsin?"
"Kolayca. Ben hür bir insanım ve hiç kimsenin veya hiçbir şeyin beni etkilemesine izin vermem."
Taehyung kulaklarına inanamıyordu. "Seni cesaretinden dolayı tebrik ederim. Ama benim başka bir seçeneğim yok."
"Sana tam da bu sebepten dolayı farklı bir seçenek sunuyorum." Öyle görünüyordu. Ama nedeni neydi? Sejoon'la birlikte olmasını istemiyordu, bunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Adamın ismi her anıldığında yüzünde ayan beyan bir tiksinti beliriyor, sanki Sejoon'un ona dokunması iğrenç ve kabul edilemez bir şeymiş gibi tüm bedeni hiddetle kasılıyordu. Ve bunun sebebi Taehyung'a aşık olması değildi. Hayır, canını yakan sözleri bunu gayet güzel kanıtlıyordu.
Bize ait olanı alırız. Sen bana aitsin...
Yani onun için bir sergide gözüne çarpıp sahip olmayı istediği bir Picasso tablosundan farklı değildi. Mülkiyetine geçirmek istediği güzel bir objeydi.
"Teklifin için sana minnettarım ama kabul etmiyorum, Jeongguk. Her şeyden önce bana dikte edilen başka bir emir olmaktan ileri gitmiyor ve inan bana bu ay yeterince emir aldım." Bedeni öylesine sarsılıyordu ki sesinin titremesini engelleyemiyordu. "Ayrıca... Senin için çok talihsiz bir durum ama zorla alıkoymak hiç de tercih edilir bir kur yapma yöntemi değil."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zamanı Durduralım || Taekook
FanfictionDüşman topraklar, iki hanedanın varisi. 21.yüzyılda hüküm süren hanedanlık rejimi. Joseon Hanedanlığından Jeon Jeongguk ve Taejo Hanedanlığının biriciği Kim Taehyung. •Mpreg •Historical bi hikaye değil. Günümüz şartlarında ve teknolojisinde gerçek...