29- Yalnız Kaldığımız An

32.1K 3.6K 2.2K
                                    

Tarkan - İşim Olmaz

Karnımızı doyurduktan sonra birer çay içip mekândan kalkmıştık. Çayımı yudumladığım anlar boyunca durgunluğum Semih'in gözünden kaçmamış, defalarca ne olduğunu sormuştu. Her seferinde okuldan dolayı biraz yorgun olduğumu söylemiştim ancak bu doğru değildi.

Kalbim yorgundu.

Her şeyine bu kadar tepki vermekten yorgundu. Direnmeye çalışmaktan, kendisi için gard almaktan yorgundu. Kocaman bir ikilemin ortasındaydım. Bir yanım iyiliğimi düşünerek bu randevunun çabucak bitmesini isterken diğer yanım her saniyenin içine Semih'le ilgili bir anı sıkıştırmak istiyordu.

Kalbim ve beynim daha önce hiç bu kadar ters düşmemişti.

Semih'in kolu görüş açıma girdiğinde bakışlarımı kaldırıp onun gözlerine baktım. Bugünle ilgili başka bir kural daha vardı ki kol kola girmek dışında temas etmek yoktu. Gerçekten de tüm kuralları yalayıp yutmuş olması beni şaşırtırken ona kurallardan birini tek seferliğine çiğneme hakkı verdiğimi hatırladım.

Acaba hangi kuralı çiğneyecekti?

Kendi düşünmeme kuralımı hatırlayarak kendime eziyet etmeyi bıraktım ve Semih'in uzattığı koluna girdim. Beraber yürümeye başladığımızda adımlarını benimkilere uydurduğu gözümden kaçmamıştı.

Semih'i hiç şarkı söylerken duymamıştım. Onun da daha önce karaoke yaptığını düşünmüyordum ancak şarkısını bile seçtiğine göre bu konuda fazlasıyla hevesli olmalıydı.

İçeriye girdiğimizde klimadan dolayı yüzüme vuran sıcak hava bir anda bunalmama neden olmuştu. Montumu çıkardığım saniye Semih, çantamla montumu elimden alıp bir sandalyenin üstüne bıraktı ve oturmam için sandalyeyi çekti.

Teşekkür ederek çektiği sandalyeye oturdum. Bugünü centilmen bir erkekle geçirmenin harika olacağını biliyordum ancak sandalyemin çekilmesinin, montumun ve çantamın tutulmasının bu kadar hoşuma gideceğini düşünmemiştim. Daha önce hiç başıma gelmemişti ve açıkçası eksikliğini de hissetmemiştim.

Çok tatlıydı.

Karşıma oturmasını beklerken yanımdaki sandalyeye oturup kolunu da benim sandalyeme attığında anında onun ne kadar tatlı olduğuna dair düşüncelerim son bulmuş, yakınlığından dolayı içten içe yanmaya başlamıştım. Kafamı onun yakınlığından uzaklaştırabilmek adına konuşmaya çalıştım.

"Ee?" dediğimde yüzünü bana doğru çevirdi. Az önce beni yakan yakınlığı, tahtını şu ana bırakırken "Daha daha nasılsın?" dememek adına dudaklarımı birbirine bastırdım ve son kalan akıl kırıntılarımı kullanarak açabileceğim bir konu düşündüm.

"Hangi şarkıyı seçtin?"

"Onu söylediğim zaman görürsün."

"Neden içimde beni utandıracak bir şarkı söyleyecekmişsin gibi bir his var?"

"Aslında onu da düşündüm," dedi gözlerini kısarak. Dudakları hafif bir sırıtışla şekil aldığında kalbim tekledi. Gri yeşil gözleri düşünceli düşünceli platforma daldıktan sonra bana dönmüştü. "Eğer baş başa olsaydık o şarkıyı söylerdim ama olmayacağız." Nefesini bezgince dışarıya üfledi. "Maalesef."

"Hangi şarkı o?"

"Bu da soru mu?" dedi ortada bilmem gereken apaçık bir gerçek varmış gibi, ayıplayarak. "Tabii ki Ölürüm Türkiye'm. Özellikle de 'ırmağının akışına ölürüm' sözlerini gözlerine bakarak söyleyecektim."

14 ŞUBAT SENDROMUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin