BİRİLERİ - Zamanın Dışında, Boşluğun İçinde
Kafamın içi bir savaş alanıydı.
Huzurlu hiçbir noktası kalmamıştı. Beni yoran, kaçmak istediğim düşüncelerimden kaçabileceğim sessiz hiçbir yer yoktu. Her köşeden ayrı bir gürültü çıkıyordu ve hepsi tek bir noktada birleşerek beni bir türlü bitmek bilmeyen bir ağlama krizine sürüklüyordu.
Semih, kaza geçirmişti.
Artık gözyaşlarımın tükendiğini sandığım raddede gözlerim, bu gerçek karşısında tekrardan dolarken elimi dudaklarımın üstüne kapattım. O tepeden aşağıya yuvarlandığı an hiç aklımdan çıkmıyordu. Attığım çığlıklar, kulaklarımdan silinip giden ses ve bir umut ayağa kalkıp iyi olduğunu söylemesini beklediğim, bana bir asır gibi gelen o birkaç saniye...
Ayağa kalkıp da iyi olduğunu söylememişti. Ayağa kalkmamıştı.
Sonrası... Sonrası tam bir kaostu.
Her şey o kadar fazlaydı ki takip edememiştim. Kendimi bir anda hastanede, acilin önünde yığılıp kalmış bir şekilde bulmuştum. Yanıma gelip giden birileri vardı, Semih'in arkadaşlarıydı ve bana telkin edici bir şeyler söylüyorlardı ama onları duymuyordum.
Sadece Semih'i görmek istiyordum.
Onu görmek, gri yeşillerine doyasına bakmak ve ona sarılmak istiyordum. Hayır, sarılmak istemiyordum. Bu, onun canını yakabilirdi.
Bakışlarımla onu kucaklamak istiyordum. Geride tuttuğum, yaşamaktan korktuğum ne varsa suratına haykırmak istiyordum. Hayır, haykırmak istemiyordum. Başı ağrıyabilirdi. Fısıldayarak söylerdim.
Tek istediğim onu görmekti. Sonrasında hiç konuşmasam da olurdu. Gözlerine baksam yeterdi.
"Mucize," diyordu yanı başımdan gelen ses. Kafamı kaldırıp baktığımda bunun Yavuz'la konuşan Vedat olduğunu görmüştüm. "Oradan sağ çıkması bile mucize. Oğlum çok kötü bir kazaydı lan. İç kanaması bile yok. Kaç canı var bu herifin de hâlâ-...."
Yavuz, Vedat'ı dürterek susturduğunda ikisinin de bakışları bana dönmüştü. Belki de bunu sormamalıydım ancak o an için düşünememiştim. "Geçen sene, Tepe'de yarışırken ölen arkadaşınız..."
Yavuz, sorumu ben tam anlamıyla sormadan anlamıştı. "Evet, hemen hemen aynı yerde kaza yaptılar." dedi. "Mehmet, Semih kadar şanslı değildi maalesef. Olay yerinde öldü."
"Bence hiçbirimiz Semih kadar şanslı olamazdık," diyerek atladı Vedat. "Öyle bir yerde yapılan kazadan burnu dahi kanamadan çıkmak-..."
"Ne burnunun kanamaması, Vedat? Salak mısın?" diye sordu Semiha. "Çocuğun kolu kırıldı, kaburgası çatladı ve bacaklarında ezilen noktalar var."
Dudaklarımın arasından bir hıçkırık kaçtı. Semiha'nın bakışları anında beni bulmuştu. Eliyle alnına bir tane geçirip yanıma geldi ve sırtımı sıvazlamaya başladı. "Ama iyi olacak," dedi. "İyileşecek."
"Sadece gözlerini açmasını istiyorum," diye fısıldadım. Ağlamaktan sesim çatlamıştı ve boğazım ağrıyordu. Bir an önce gözlerini açmasını istiyordum. Bana bakmasını istiyordum. Ona bakmak istiyordum.
Burnumu çekerken zihnimdeki karmaşa yavaş yavaş azalmaya başlıyordu. Birazı azaldığı anda aklıma Semih'in ailesi geldi. Telaşla bir ses çıkardım. "İlker Abiye haber vermem lazım," dedim çantamda telefonumu ararken. Bunu nasıl yapacağımı bile bilmiyordum. Ona Semih'in kaza geçirdiğini ağlamadan nasıl anlatırdım? Ağlarsam onu iyice korkutacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
14 ŞUBAT SENDROMU
Short StoryIrmak, 14 Şubat'ın özel bir gün olduğuna inanır ve o gün bir randevuya çıkmanın nasıl bir şey olduğunu merak eder. Ama hiçbir zaman Sevgililer Günü'ne sevgili denk getirememiştir. Hayatına birini almak ve âşık olmak istemediği bir dönemde sadece bir...