"tanrım," dedi jisung ellerini bir birine sürterken. "buz kesmem an meselesi."
gençler eski bir arabanın arkasında sıkış tepiş yaptıkları yolculuğun ardından hastaneden oldukça uzak olan bir bölgede inmişlerdi. kışın kendini iyiden iyiye belli ettiği havada etrafı çıplak ağaçlar, yolların kenarında irili ufaklı tepeler halini almış kar yığınları ve aynı jisung gibi soğuktan kat kat giymiş insanlar kaplamıştı.
"abartıyorsun." dedi felix yanından geçtikleri ilkokul çocuklarına sıcak bir gülümseme bahşederken. herkesle arası nasıl da iyi. diye düşündü hyunjin.
"pardon," dedi jisung montunu burnuna kadar çekerken. "senin bay güneş olduğunu unutmuşum."
hyunjin ikilinin atışmasına gülümserken arkalarında kalan jeongin'e taraf döndü. biraz önce yanlarından geçen ilkokul çocuklarına bir bir hazırladığı renkli keçeleri veriyordu. bu görüntünün içini ısıttığını hissetti. onlara yetişmesi için eliyle işaret etti. jeongin başıyla onayladıktan sonra çocuklara kocaman gülümsemiş ve el sallayarak yanlarından ayrılarak diğerlerine yetişmişti.
"nereye gidiyoruz?" diye sordu hyunjin emily'ye ithafen. kadın biraz etrafına bakındı. görünürde yapacak bir şey yoktu. her şey prosedürdü sadece ve kadının tek işi görevini yerine getirmekdi. "yakınlarda park olmalı." dedi düz bir sesle.
"park mı?" dedi jisung alayla. "ciddi olamazsın."
"kusura bakma jisung," dedi emily. "anlayacağın üzere akıl hastalarının gezmek için gidebilecekleri yerler pek sınırlı."
"bu acıttı." dedi jisung gözlerini devirerek. ardından yolun kenarına yaklaştı. "nereye?" diye sordu felix. "sigara almam gerek." diye yanıtladı jisung, yolu geçmeden önce.
"onu beklemeli miyiz?" diye sordu hyunjin.
"bize yetişir." dedi emily.
hyunjin garipseyen bakışlarını kadına gönderirken felix'e yaklaştı ve kulağına eğildi. "biraz önce akıl hastası olduğumuzu belirten kendisi değil miydi?" dedi fısıltıyla. felix gülümsemesini tutmaya çalışırken dirseğiyle itekledi uzun olanı.
soğuk havada dün yağan yağmurun nemi vardı. hyunjin etrafına göz gezdirirken bazı sokakların tanıdık geldiğini hissetti. koluna giren jeongin'le gözlerini gence çevirdi. "çocuklar sevdi mi hediyelerini?" diye sordu hyunjin. "çok!" dedi jeongin heyecanla. "yüzlerini görmeliydin, yuvarlak gözleri ve kocaman gülümsemeleri. çok tatlıydılar. gelecek sefere daha çok yapacağım." hyunjin gencin bu mutluluğuna gülümsedi. "ben de sana yardım ederim." dedi bakışları yaklaştıkları okula sataşırken. "olur." demişti jeongin ama hyunjin onu duymamıştı.
krem rengi okulun önünde durdurdu adımlarını. onunla birlikte duran jeongin, uzun olanın kolundan çıkıp felix'in yanına koşturmuştu.
hyunjin okulun her bir karışını incelerken içinde hissettiği çığlığımsı hissi açıklayamadı. girişe doğru yavaş adımlarla yaklaştı ve iki tarafında beton olan kısa demir kapıya dokundu. okulun perdeleri kapalı camlarında gezdirdi bakışlarını. bahçedeki bankta oturan iki genci gördü. anlık başına ağrı girdiğini hissetti.
"ve sen de bir şey söylemedin mi?" diye sordu chan kaşlarını çatmış hyunjin'e öldürücü bakışlarını gönderirken.
hyunjin gördüğü sahneden sonra minho'nun onu görmediğinden emin olarak kafeteryadan ayrılmıştı. ona kızgındı. ona kızgın olduğu için kendisine kızgındı. salakça davrandığının farkındaydı ama duygularına engel olamıyordu. deli gibi kıskanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
forget me not | hyunho
Fanfiction"seni yeniden unutacak mıyım?" diye sordu hyunjin. sesindeki tını, sorduğu sorunun cevabını çoktan bildiğini belli ediyordu. usulca parmaklarıyla oynayan ellerini tuttum. "ben hep seninle olacağım. sana verdiğim her çiçekte, baktığın her mavilikte b...