Bir ay sonra
"Seni öldürmediğime şükret sen." diyerek elimdeki buruşturduğum karton bardağını fırlatmıştım Namjoon'un üstüne. O ise pişkin pişkin gülmüştü.
"Lan senin yüzünden kaç gün yataktan kalkamadım. Ölüyordum az kalsın. Hastaneye götürdüler en sonunda ölmeyeyim diye." diyerek bu sefer o fırlatmıştı aynı karton bardağını bana. "Aynı şey mi lan?" diyerek bu sefer yerimden kalkıyormuş gibi yapmış, Namjoon'un Hoseok'un arkasına saklanmasını izlemiştim. Gülmemeye çalışırken geri yerime kurulmuş ve elime bana fırlattığı karton bardağını almıştım. Jimin ile Hoseok ise bu halimize gülüyorlardı kenardan. Önceden olsa yerime oturmazdım aslında. Kalkar ve üzerine yürürdüm. Şimdi ise sadece tepkisini görmek için kalkıyormuş gibi yapıyordum.
Okul bahçesinde orurmuş öylesine konuşuyorduk aslında. Eski konuları açıp, tekrar tekrar birbirimizi sinir ediyorduk.
Konuştuğumuz konu ise Namjoon'un üstüme sıcak kahve dökmesiydi.
Çok değil, birkaç ay öncesine aitti. Fakat bir anda konu oraya gelmiş ve biz, Namjoon'la ben, atışmaya başlamıştık. Özür dileyip pişmanlık duyacağına karşımda pişkin pişkin gülmeyi tercih ediyordu. Ben ise o zamanlar bunun karşılığını vermediğim için pişmanlık duyuyordum. Çünkü şimdi o zamanki kadar kötü şeyler yapamazdım. Şimdi sadece birbirimizi sinir edecek laflar kullanıyorduk. Fiziksel hiçbir şey olmuyordu.
"Sen dua et iz kalmayacak. Yoksa bitmiştin." karton bardağı kafasına hedef alarak fırlatmıştım tekrardan. Karşılığında ise bana çocuk gibi dil çıkartmıştı.
Aslında hala biraz izi vardı.
Fakat Taehyung kalmaz demişti.
O yüzden kalmazdı.
Aklıma gelenle gülümsemem yavaşça solmuş ve bakışlarımı etrafta gezdirmiştim öylesine. Namjoonlar ise başka bir konu açmış ve onu konuşmaya başlamışlardı. Bakınmıştım ben de öylesine. Sonra gözüm Mingyu'ya takılmıştı. Bahçenin bir köşesinde gözü bir yere takılı bir şekilde gülümseyerek duruyordu. Son konuşmamızın üzerine sadece bir-iki kere konuşmuştuk. Yüz yüze bile konuşmamıştık asla. O konuşmalarımızda da sadece birbirimize nasıl olduğumuzu sormuştuk. Yanıma gelmemişti hiç. Jimin onun ismini bile almamıştı ağzına ve kimse de neden gelmediğini sormamışlardı. Herkesin bilip de benim en son öğrendiğimi o zaman anlamıştım zaten.
Kızgın değildim Mingyu'ya ama.
Olamazdım da zaten. Kendi doğrusunu yapıyordu. Benim için de iyiydi bu doğrusu. Taehyung'un canının yanmasını istemiyordum. O bana bir şeyler yaşattı diye de aynı şeyleri yaşasın, hayatı mahvolsun fikrinde de asla olmamıştım. O yüzden onun bu üzgün hali parçalıyordu beni. Ben ona iyi gelemezdim. Mingyu en iyisini yapmıştı o yüzden. Onun yanında durmuştu. Onu tek başına bırakmamıştı ve bu iyiydi. Aklım onda kalmıyordu. Bu çok iyiydi.
Ona bakarken gözünü diktiği yerden çekmediğini farketmiştim sonrasında. Baktığı yere bakmak için arkamı dönmeye yeltenmiş, fakat dönmeme gerek kalmadan baktığı beden görüş açıma girmişti.
Onu görmüştüm.
Simsiyah, kıvırcık saçlarının kapladığı ensesini görmüştüm. Yavaşça ilerleyip, Mingyu'nun kolu altına giren bedenini görmüştüm.
Zaman durmuştu ama.
O gelmişti.
Canımın içi gelmişti.
Yaklaşık bir ay sonunda görmüştüm onu. En son parkta gördüğüm bedenini görmüştüm. Gecenin bir yarısı sokak lambasının bile aydınlatmadığı parkta gördüğüm saçlarını yine görmüştüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
movies | taekook
General Fiction'çünkü bebeğim bu filmlerdeki gibi değil' tamamlandı.