24; iki saniye

5.6K 685 485
                                    

"Sen kendi isteğinle mi söylersin yoksa ben üzerine gelerek mi söyleteyim?"

Ağzıma aldığım tavuk parçasıyla önce konuşmuş ve bakışlarımı karşımdaki bedene değdirmeden tabağımdaki sebze yemeğini yemeğe devam etmiştim. Üzerime dönen bakışların hissindeydim. Masadaki iki bedenin bakışlarının üzerimde gezindiğinin ve sadece bir bedenin bakışlarının anlamsız olduğunun farkındaydım.

Fakat diğeri ne dediğimin farkındaydı.

Sorunun kendisine ait olduğunun da farkındaydı.

"Ne diyorsun?" demişti Jimin, konuşmamdan yaklaşık bir dakika sonra. Bu sefer ona dikmiştim gözlerimi. Soobin onun yan tarafında tabağındaki yemeklerle oynayarak arada bana dikiyordu gözlerini. Dünden beridir Jimin'le aramızda olan gerginliğin farkındaydı. Fakat cesaret edipte soramıyordu bana. Tersleneceğinin farkındaydı. O yüzden sadece bakışlarını dikebiliyordu arada. Diğer sandalyeler ise boştu. Namjoon'la Hoseok yoklardı bugün aramızda. Onlarsız bir akşam yemeğiydi. Onlar ise randevuya çıkmışlardı bugün.

"Jimin, karşında salak yok biliyorsun değil mi?" diye tamamen bütün odağımı ona vererek konuşmuştum bu sefer.

Sinirliydim ona.

Her şeye burnunu sokmasından dolayı sinirliydim. Üstüne düşmeyen şeyleri yapmasından ve işleri daha da sarpa sardırmasından dolayı çok çok sinirliydim. Anlıyordum. Beni düşünüyordu. Fakat bunun dozu kaçmıştı artık. Yerdiği, nefret ettiği insanlara dönüşüyordu. Olmadığı biri gibi davranıyordu artık. Jimin'in niyetinin kötü olmadığının farkındaydım. Tek amacı beni üzülmememdi. Bana yapılanların onların yanına kalmasını istemiyordu, anlıyordum. Yemin ederim anlıyordum ama bu şekilde değildi işte. O böyle birisi değildi. İnsanlar onu kötü bilebilirdi bu şekilde. O sadece beni düşünüyordu.

Ama durması lazımdı artık.

Her şey daha da mahvoluyordu.

Durmak zorundaydı.

"O zaman sen de lafı dolandıracağına ne söylemek istiyorsan düzgünce söyle. " demişti, aynı benim gibi kollarını masaya yaslamış, bakışlarını üzerime dikmişti. Ortamda elle tutulur bir gerginlik vardı. İkimizinde bayık bakışları birbirimizin gözlerinden ayrılmıyor ve bir nevi meydan okurcasına bakıyorduk birbirimize.

"Sen yaptın." demiştim sadece. O ise bir saniye bile olmadan konuşmuştu. "Evet."

"Biliyorsun madem niye karşıma geçip böyle konuşuyorsun?" saniyelik bakışlarım Soobin'e dönmüştü. Dudaklarını birbirine bastırmış, tabağındaki tavuk etini parçalıyordu. Bir kulağı bizde olduğu belliydi. Ben de onun bizim konuşmamızı duymasını istemiyordum. Fakat onunla konuşmadığımdan ve Jimin'in de onu odasına göndermeyeceğini bildiğimden dolayı laflarımı seçerek konuşmak kalıyordu sadece bana.

"Kendi ağzınla itiraf etmeni istiyorum." demiş ve gözlerimi yine dikmiştim Jimin'in açık kahvelerine. Gülümsemişti. "Ben yaptım." diyerek yan bir şekilde gözlerini Soobin'e dikmişti. O da sözlerini seçerek kullanmalıydı. Fakat konu Jimin olunca bunun bir garantisi olmuyordu. "Niye?" demiştim. Ortadaydı sebebi aslında. Fakat onun ağzından duymak ve bir şekilde bu sorunu çözmek istiyordum. Bu şekilde devam edemezdi çünkü. Birimizin ona dur demesi gerekliydi.

"Hakettiğini verdim ben ona sadece."

Derin bir nefes almıştım.

Bilerek yapıyordu.

Onun bana karşı kullandığı sözleri biliyor ve bilerek yapıyordu işte. Ben o geceyi unutmaya çalışırken o bana unutturmuyordu. Sözleriyle, davranışlarıyla o geceyi bana unutturmamaya yemin etmiş gibiydi.

movies | taekook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin