Gökkuşağından Önceki Fırtına

65 40 19
                                    

Kalben-Kalp Hanım
MaNga-Işıkları Söndürseler Bile

Sabah uyandığımda onu yanımda bulamamıştım. Acıyla kıvrandığımda kapı açıldı ve içeri girdi. Telefonları ve kimlikleri almaya gitmiş olmalıydı.
"Günaydın."
"Günaydın."
"Bugün nasılsın? Dün gece kötüydün." dedi.
"Daha iyiyim."
Elindeki poşeti karıştırdı. "Evett, bakalım yeni adınız neymiş?" dedi ve kimliğimi bana uzattı enerjik bir sesle.
"Ilgaz Ezer." deyip kimliğimi ve telefonumu masanın üzerine koydum.
"Senin adın ne?" diye sordum.
"Barış Zorlu." Sahte isimlerimiz bunlardı.
"Şimdi hastaneye gitmemiz lazım."
Kalktığımda üstüme bir ceket geçirdim. Kolunu omzuma koyduğunda dengemi sağlamama yardım etti.

Hastaneye vardığımızda doktor muayeneden sonra bunu nasıl becerdiğimi sordu. "Yaralandım." dedim kısaca.
"Artık geç, kurtarmamız imkânsız. Etrafı morarmış ameliyat ile kesmek zorunda kalacağız." dediğimde başımı salladım. İkimizde tepkisizdik çünkü bunu zaten biliyorduk.
"Hemşireler sizi hazırlasın daha sonra ameliyata alacağız." dediğinde başımı salladım. Sahte imzaları attık. Sedyeye uzandım. Pars elimi tuttuğunda güldüm. "Korkmuyorum."
"Biliyorum." dedi.
"Beni sakinleştirmeye gelmiş gibisin." dediğimde güldü.
"İnan ben senden daha çok korkuyorum."
"Ben o kadar korkusuzum ha?" dediğimde başını salladı.
"Beni iyi tanıyorsun Pars." dedim.
Hayır o sadece bu olaydan sonraki Begüm'ü tanıyordu. O katil Begüm'ü tanıyordu. Ona saf Begüm'ü göstermemiştim ama bir gün görecekti biliyordum.
Aptal bir oyun yüzünden kendimi ve hayatımı kaybetmeye göze almıştım. Bundan sonra hiçbir şey beni korkutamazdı.Bu duygusal çocuk benim için benden daha çok endişeleniyordu ve garip bir şekilde onu tek başına bırakmak istemiyordum.

Bana vurdukları uyuşturucu iğne iyice uykumu getirirken gözlerimin kapandığını fark ettim ve buna karşı koyamadım. Uyandığımda makinenin bip bip sesleri bana eşlik etti. Etrafı seçmeye çalıştım. Kaç saattir uyuyordum? Beyazlar içindeki odada kimse yoktu. Bacağımın üzerine örtülen battaniyeye baktım. Acımış olmalıydı, bunu hissetmemem iyi bir şeydi. Üzülmek istiyordum. Bir uvuzumu kaybetmenin bir acısı olmalıydı değil mi? Sonuçta kendimden bir parçayı kaybetmiştim. Ama yoktu işte fiziksel olarak da ruhsal olarak da ağrım yoktu. Fiziksel acım olmasa da sonrasında zorluğunu çekeceğimin farkındaydım ama ruhsal olarak öyle hissetmiyordum. Memnun hissediyordum. Bunca hayatı almamın bir bedeli olmalıydı. İşte bu yüzden kendim için hiç mi hiç üzülmüyordum.
Gözlerimin önüne gelen yüzler gözlerimin dolmasını sağlamıştı. Aldığım canlar bir bir bana bakıyordu. Sol tarafım bana bakıyordu ama sadece kızgın olduğu için bakıyordu bana. Gözlerim dolduğu için kızıyordu, ağlamak üzere olduğum için...
Burnumu çekip gözyaşlarım daha akmadan onları sildim. Az sonra kapı açıldı gelen Pars'tı. "Oo uyanmışız. Nasılız bakalım?" diye sordu.
"İyiyim." dedim.

O ormanda canım hiç acıyamayacağı kadar acımıştı, hiç dökemeyeceğim kadar gözyaşı dökmüştüm ve artık ağlamak bile güç geliyordu.
"Ağrın yok değil mi?"
"Yok." dediğimde bana bir garip bakıyordu.
Yanıma oturdu ve sordu:
"Gerçekten iyi misin?"
"Fiziksel olarak değil, ruhsal olarak."
"O gün yaşadıklarımız gerçekten zordu. Yani istersen seni dinlerim." dediğinde gözlerimi kapattım.
Derin bir nefes alıp gözlerimi açtığımdan sol gözümden akan yaşı farketmiş ve onu silmiştim. Elimi tuttuğunda destek olmak ister gibi bir hâli vardı.
"Bir gün kendimi hazır hissedersem anlatırım." dediğimde sanki yeni bir rüyadan uyanmış gibi gözlerini kırpıştırdı ve ayağa kalktı. Az sonra da doktor geldi.
Bacağıma bakıp en az 1 hafta burada kalmam gerektiğini söyledi ama benim o kadar vaktim yoktu. Oyalanamazdım. Verdiği süreyi zorla da olsa 2 güne indirmeyi başarmıştım.

Psikolojik olarak çok kötüydüm. Zaten bir katilin psikolojisi ne kadar iyi olabilirse benimki de o kadar iyiydi. Akşama doğru yağmur yağmaya başlamıştı. Pars yanımdaki koltukta oturmuş başını elleri arasına almış düşünüyordu. Ve benim tek istediğim ağlamaktı. Ağlamaya ve acı çekmeye muhtaç bir haldeydim.
Sesli bir nefes aldığımda sıkıntı içinde olduğumu belli edercesine kollarımla yerimi düzeltmeye çalıştım. Sesi duyup ayağa kalktı hemen "Bekle." deyip bana yardım ettiğinde yağmur damlalarının sesi kulaklarımda çınlıyordu.
Az sonra o ses geldi kulağıma, siren sesi.
Endişeyle Pars'a baktığımda içimden bu sirenin ambulans sireni olması için dua ediyordum. Benimle aynı şeyi düşünmüş olacak ki cam kenarına gitti. Gördüğüyle öylece kalmıştı. "Pars? Polis mi?" dedim endişeyle.
"Evet, bakıp geleceğim." dediğinde aceleyle kapıyı çarpıp koridora çıktı. Endişelenmek istemesem de elimde değildi. Polis lafını duymak bile korkutuyordu beni.
Endişeyle beklerken içeri girdi. "Bizim için gelmediler değil mi?"
"Baktım, bizlik bir şey yok." dediğinde elimi kalbime götürüp derin bir nefes aldım.
"Fazla vaktimiz yok, bir an önce buradan gitmeliyiz. Yoksa yakında aynı polisler bizim için burayı da ziyaret edecekler."
"Bu hâlde bir yere gidemezsin."
Yüzüne baktım. İnatlaşmak istemiyor gibi bir hâli vardı.
Yorgundu.
Yorgundum.
Yorgunduk.
"Hadi, uyu artık." deyip yastığımı düzeltti. Battaniyeyi üzerime örttüğümde karşımdaki kanepeyi açtı dolaplardaki battaniyelerden birini çıkardı ve başını yastığa koymak üzereyken "Bir şey olursa seslen, uykum hafiftir." dedi.
"İyi geceler." dedim.
"İyi geceler."
Dakikalar geçti o çoktan uykuya dalmıştı bile ama ben uyuyamıyordum. Belki de daha beter olmalıydım. Hayatına mal olduklarımın cezası bu kadar hafif olmamalıydı.
Gözlerimi kapatıp uyumaya çalışırken gözümden akan bir damla yaş bana engel oldu.
O gün elimi tutup bana söyledikleri geldi aklıma. Yutkunmaya çalıştım, olmadı.
Neden bir çocuk gibi aptal bir sebeple onu saklanmak zorunda bırakmıştım ki?
Neden bana güvenmişti?
Neden beni bu kadar sevmiş ve kendi hayatından vazgeçmişti?
Bu kadar mı değerliydim?
Haketmiyordum bile. Şımarık bir kızın tekiydim ve Samet şuan benden de kötü durumdaydı o adamlar ölmediğini anladıkları ilk an onu yakalarlardı.

Bacağıma giren ağrıyla doğrulmaya başladım. Bu sefer hem canım hem ruhum acıyordu.
Gözlerim dolarken ağlamaya başladım. Taş kalpli olmaya dayanamıyordum artık. Böyle yaşamak istemiyordum.
Hıçkırıklarıma engel olamadığım için beni duyup uyanmıştı.
"Begüm?" Kalkıp ışığı yaktığında yanıma geldi.
"Ne oldu? İyi misin?"
Masadaki suyu bana uzattığında zorla birkaç yudum içip ona sarıldım.
"Dayanamıyorum, her gece rüyalarıma girmelerine dayanamıyorum."
"Şştt tamam geçti." Saçlarımı okşadı.
"Ağlama artık."
Kendi kendime bir şarkının sözlerini mırıldanmaya başladım.
"Ayıp etmişim, kayıp etmişim her güzel şeyi kırıp dökmüşüm,ben çöpmüşüm ben çökmüşüm." Kalben-Kalp Hanım
dediğimde bana baktı ve devam etti.
"Demek böyle sakinleşeceksin. Olur, ben de oyunu kurallarına göre oynarım o zaman.
"Ben ki kalbine gömüp içerde ağlayan şimdi aksine çıkıp zincirlerini kıran sözüme güven dönmem ben kahpelik etmem bu yola bir baş koydum seni kimseye yedirmem içini rahat tut başını hep dik tut. Sabret bu duvarları bir gün yıkacağız elbet ben senden vazgeçmem ışıkları söndürseler bile korkuma yenilmem ellerim kollarım tutmasın isterse ben sensiz pes etmem." dediğinde ona sımsıkı sarıldım ağlamam durmuştu. Başımı bu sefer sakince omzuna indirdiğimde başımdan yavaşça tuttu ve yastığa indirdi. Gözlerim yarı açıkken elimi tuttu.
"Geçecek, bana güven."
"Birlikte geçireceğiz hepsini."
Gözlerimi kapattığımde tuttuğu elimi bırakmamıştı. Ben de öylece uykuya dalmıştım. Yaram bir gece ansızın kanamıştı ve o yaramı sarmıştı. Yanıma doğru kişiyi almış olmalıydım. Canımın yanacağını biliyordum ama bu kadarını ben bile tahmin etmemiştim.

Kirli Kalp ÂşıklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin