0.4

2 0 0
                                    

4 gün sonra

İfade verdiği günün üzerinden, tam olarak dört gün geçmişti. Mehan'ın her zamanki gibi sığındığı yer yine bu pastahaneydi. Sabahın erken saatlerinde içeriye girmişti. Mutfakta yeni kekler yapmaya başlamadan önce tezgahları düzenlemek istedi. Dün yaptığı pasta ve kurabiyeleri, artık kaldırması gerekiyordu. Müşterilere bayat veya yalnızca bir günlük şeyler dahi çıkarmayı sevmiyordu. İki tepsiyi üst üste koymuş arka tarafa geçmek için kapıyı aralamıştı. Artık iyice büyüyen karnı rahat hareket etmesine engel oluyordu. Tepsileri taşırken bir yandan da basacağı yeri görmeye çalışarak içeriye girdi. Tepsileri ortadaki geniş mermer tezgaha bıraktı. Kavanozları üst dolaptan çıkarıp kalanları kavanozlara yerleştirdi. Şimdi biraz kurabiye yapabilirdi. En sevdiği şeydi hamurla ilgilenmek. Kurabiyeler, pastalar ve akla gelebilecek tüm o tatlıları yapmak. Şimdi de portakallı kurabiyelerinden yapıyordu. Onlara şekil verirken gülümsedi. Yaşananlardan sonra gülümsemek zordu, ancak bu mutfakta olmak gülümsemesine yetiyordu. Tedirgindi aslında. Aladağ ne zaman gelir, birden karşısına çıkar yeniden diye korkuyordu. Ondan korkmakta haklı sebepleri vardı. Gün yüzüne çıkaramadığı sebepler. Düşünmeyi kesmeye çalışarak, hazırladığı kurabiyeleri fırına verdi. Kapının açıldığını belirten ses, yeniden duyulurken önlüğünü silkeleyerek mutfaktan çıktı. Her hafta belirli günlerde gelen bir müşteri yani, tanıdık bir yüz karşılamıştı onu. Mehan, buraya geldiğinden beri çok fazla insan tanımıştı. Fakat ülkesinden kilometrelerce uzakta, onu anlayan bir Türk ile karşılaşmak büyük bir şaşkınlık yaşatmıştı ilk zamanlar. Neredeyse iki aydır her hafta düzenli olarak gelir sabahtan akşama dek burada bir masada çalışır, Mehan'ın yaptığı tatlılardan yerdi bu müşteri. Her zamanki sakin gülümsemesi ile artık tanıdık diyebileceği müşteriyi karşıladı kadın. "Hoş geldiniz, Feza bey. Kahvaltı etmiş miydiniz?" Her hafta geldiği için adamın alışkanlıklarını öğrenmişti haliyle. Çoğu zaman kahvaltı dahi etmeden geldiğinden, tatlı çeşitlerinden önce ona bir kaç tuzlu kurabiye veya simit ikram ederdi. Dalgalı saçları alnına dökülen kumral adam, geniş gamzesini göstererek gülümsedi. Yedi yıldır İsviçrede yaşıyordu ancak kendi dilini hiç unutmamıştı. Bu pastaneye de türkler işletiyor diye geliyordu zaten. "Hoş buldum hanımefendi. Hayır kahvaltı etmedim. Bana verebileceğiniz tuzlu kurabiyeler var mı acaba? Sizin yaptıklarınızdan istiyorum ama." Mehan'ın sevimli bulduğu, adamın gülümser ifadesine bir göz kırpma eklenmişti. Bu sayede ikisi de biraz daha samimiyet dolu gülümsemeler takındılar. Mehan, başını hafifçe salladı. "Tabi ki. Siz masanızı seçin ben getireyim." İşte bu kısımda hiç anlaşamazlardı. Mehan hamile olduğu için, adam servisi onun yapmasına izin vermez her hafta ne alacaksa gelip kendi alarak geçerdi yerine. "Olmaz öyle şey! Siz tabağı verin ben hallederim." Birbirlerine baktılar. Adamın kemikli ancak keskin olmayan yüz hatları, az önceki samimiyetinin aksine biraz daha ciddiyet kazanmış haldeydi. "Lütfen." Diye ekledi. Kibar emiri yerine getirmek bir sorun değildi. Mehan, uzanabileceği yükseklikte olan dolaptan bir tabak çıkarıp ona uzattı. Tezgahın arkasına geçmesi için aradaki küçük kapıyı açarken ufak gülümsemesi hala yüzündeydi. "Buyrun öyleyse. Ne isterseniz alabilirsiniz. Ama lütfen ortalığı dağıtmayın." Hafif gülerek söylenen sözler, ikisinin de ufak bir gülüş sunmasını sağladı. Henüz birbirlerine isimle hitap edecek bir samimiyetleri yoktu. Yine de, sıradan bir müşteri-çalışan ilişkisi kadar resmi değillerdi. Bu ufak şakalar aralarında dolanırdı. Hatta kadın, adamla arkadaş olduklarını bile düşünürdü zaman zaman. Rahatlıkla mutfağa girip, Mehan'ın fırından çıkardığı belli olan tepsiler arasında dolaşan adam kısık sesli bir ıslık çalıyordu. Mehan da tezgahın arkasından çıkmış pastahanenin sol köşesinde bulunan Erny'in kaplarını kontrol etmek için ilerliyordu. Su kabını yenilemesi gerektiğini fark ederek eğilip onu aldı. Tombul kedisi ortalıkta görünmediğine göre, gezmeye çıkmış olmalıydı. Her seferinde geri döndüğünden endişe etmiyordu artık. Elinde su kabıyla tezgahın arkasına geçmek için kapıyı açtı. Mutfaktan çıkan Feza ile karşılaştılar. İkisi de gülümsedi. Feza, kadının geçmesi için biraz geriye çekilip mutfak kapısını açtı. Tek eliyle de tabağını tutuyordu. "Mutfaktan çok güzel kokular geliyor. Portakallı kurabiye var sanki bugün?" Mehan ondan tarafa bakarak tebessüm etti. "Evet. Bir tepsi daha yapmam gerekecek galiba. Yarısını size vereceğimi biliyorum." Feza bundan gurur duyuyormuş gibi başını dikleştirip sırıttı. Böyle anlarda gamzesi ortaya çıkıyordu. Alnına dökülen dalgalı tutamları biraz olsun çekmek için başını hafif yan yatırırken gözlerini kıstı. "Sizi daha fazla yoracağım düşüncesiyle almaktan vazgeçeceğim şimdi." Dudaklarını bükmüştü. Mehan, adamın doğal ve çocuksu görünmekten çekinmeyen halini tatlı buluyordu. "Hiç yorulmuyorum. Bunları yapmak bana iyi geliyor. Ayrıca almazsanız güzel yapmadığımı düşünürüm?" Rol yapma sırası ona geçmişti. Renkli gözlerini büyütüp adama baktı. Feza hemen başını sallamıştı. "Tamam tamam, alacağım. Düşünmeyin öyle şeyler." İkisi de güldü. Mehan, daha fazla bu şekilde durmalarının garip olacağını düşündü. Mutfağa girmek için yanından geçti. O sırada kapı yeniden açıldı. Leyla ve Cihanın geldiğini düşünmüştü. Yine de, müşteri olması ihtimaliyle dönüp baktı. Ondan hemen hemen dört, beş adım uzakta olan adam da kapıya doğru dönmüştü. Gelenin Aladağ olması sabahtan bu yana süren neşeyi alıp götürdü. Mehan sesli bir nefes vermişti. Feza'nın aksine, pek de nazik olmayan o sesi duydular. "Mehan! Konuşacağız. Gel, hayde!" Kadın gözlerini devirdi. Kapının hemen yanındaki yükseltiye bıraktı elindeki kabı. Feza'ya ufak bir gülümseme sunup tezgahın dışına çıktı. Arkasından adam da çıkmış olmalıydı ki kapanma sesi geldi küçük kapının. Feza masasına ilerledi. Ancak gözleri, içeriye giren adam ve karşısında duran kadının üzerindeydi. Aladağ ona doğru iki adım attı. "Leyla ve kocası geldi mi? Dükkanı onlara bırak. Gidip konuşacağız." Tek kaşını kaldıran kadın geriye doğru bir adım attı. "Konuşmak istiyorsan, sadece burada. Seninle hiç bir yere gelmem. Sana güvenmiyorum." Bu sözler karşısındaki adamı sinirli bir şekilde güldürdü. "Bana güvenmiyorsun, vay be! Ben sana güvenmiyorum asıl. Burada konuşmayacağız, Mehan. Gidiyoruz dedim. Hayde!" Kolunu yakalayıp, çekti kadını. Üç masa geriden onları izlemekte olan Feza ayaklanmıştı bu hareketle. Gerçi ikisi de onun farkında değildi. Mehan kolunu çekmeye çalışıyordu. Adamın güçlü elleri mengene gibi sarmıştı kadının nazik tenini. Canı yandığından, suratında acılı bir ifade belirlişti."Bırak. Leyla henüz gelmedi, burayı bırakamam. Ayrıca seninle gelmek istemiyorum dedim." Sımsıkı bir tutuşla kadını kapıya doğru savurdu bu kez de Aladağ. Yerinden hızla ayrılıp neredeyse kapıya çarpmak üzereyken zorla durdurdu bedenini.Sesli bir 'ah' çıktı dudaklarından. Daha fazla yerinde duramayan Feza onlara doğru atılıp adamın kolunu sertçe çekti. "Yavaş, yavaş kardeşim. Kadının canını yakıyorsun." Birbirine aşırı zıt iki adamın, aynı derecede sert bakışları böylece kesişti. "Sana mı soracağım, çekil lan. Kardeşim falan hayırdır?" Üzerine yürüdü. Mehan araya girmeye çalıştı. Kendini iki bedenin arasına ittirdi. Aladağ, onu göğsünden iterek tekrar savurduğu zaman şiddetli darbe yüzünden sırtı duvara çarptı. Bu kez daha yüksek bir inilti duyuldu kadından. "A-ah.." Feza ona diklenmeye devam eden adama bakma zahmetinde bulunmadı. Kadına doğru yürüyüp sordu. "İyi misiniz? Gelin..Oturun lütfen." En yakında duran sandalyeyi çekti. Kadını kolundan kavrayarak oturttu. Arkasını döndüğü anda yüzüne yediği yumruk beklenmedikti. "Aladağ! Yapma,dur!" Alışkındı kadın onun bu hallerine. Yine de karşısındaki bu nazik adamın hak etmediğini biliyordu. Üstelik şiddet, en nefret ettiği şeydi zaten. "Yapma!" Yakasına yapışmış olduğu adamı duvara sürükleyip sırtını yasladığı an kafa attı. Feza dişlerini sıkıyordu. Ses çıkarmak istemiyordu ki kadın daha fazla korkmasın. "Çek ellerini üzerimden. İnsanca konuş ne konuşacaksan. Dağdan mı indin?" Tüm yaşananlara rağmen sesini olabildiğince nazik tutmaya çalıştı. Adam bu kez boğazına sarılınca, sakinliği yerini öfkeye bırakmaya başladı. Mehan korkuyla yerinden kalkmış, sürekli olarak durmasını söylüyordu. Feza ondan biraz daha uzun olan adamın göğsüne ellerini koyarak itip, üzerine yürüdü. Yakasına yapışarak adamı doğruca yere sererken kısık sesle konuştu. "Bundan mı anlıyorsun lan? Bu mu senin dilin? İnsan ol insan!" Geriye çekildi. Korku dolu gözlerle onları izleyen kadına yaklaştı nefesini vererek. Dudağının kenarından akan kanı hissediyordu ama umursamadı. "Mehan Hanım, lütfen mutfağa geçin. Hiç iyi görünmüyorsunuz." Gerçekten de beti benzi atmıştı kadının. Bembeyaz olmuştu. Bu halinden endişe etti Feza. Henüz tehlike geçmiş değildi. Yerden kalkan adama dönerken, bir koluyla arkasına çekti kadını. "Eğer hemen burayı terk etmezseniz polis çağıracağım." Sesi öfkeliydi elbette, buna rağmen bağırmamıştı. Aladağ ikiliye son bir bakış attı. Mehan'ın gözlerine bakarken kaşlarını biraz daha çattı. "Tekrar geleceğim, bu burada bitmedi! Bitmedi!" Elini tehditkar bir biçimde salladı. Kapıyı çarparak dükkandan, geldiğinden büyük bir fırtınayı arkasında bırakarak çıktı. Genç kadının dolan gözlerinden birer damla kapı sesiyle birlikte inerken arkasında olduğu adamın yanına geçerek mahçup bir sesle konuştu. "Özür dilerim..Feza bey, benim yüzümd-" Konuşmasını bitirmesine izin vermedi, cümlelerin hedefi olan adam. Elini kaldırıp durdurdu onu. "Lütfen, o dağdan inmiş adamın yerine benden özür dilemeyin. Asıl ilk anda müdahale etmediğim için benim özür dilemem gerek. Size zarar verdi. Eğer bu kadar iğrenç birisi olduğunu bilsem bir saniye oturmazdım. Şimdi, izin verin sizinle ilgileneyim." Nazik sözlerin ardından, Mehan için bir sandalye çekerek oturttu onu. Hızlı adımlarla alışık olduğu mutfağa girip bir bardak su alarak geri döndü. Suyu kadına uzattıktan sonra önündeki sandalyeyi çekip oturdu. Anı, suyu bitirip bardağı masaya bırakarak döndü ona. Gözleri adamın dudağının kenarındaki kurumuş kan lekesini bulunca iç çekti. "Bir yara bandı yapıştırsaydım bari.." Göz göze geldiler. Feza hafifçe gülümsedi. "Önemi yok. Acımadı bile zaten." Mehan, onun bu bir çocukla konuşur gibi içten ve inandırıcı olmaya çalışan cümlesine karşın güldü. Başını hafifçe salladı pes ederek. İkisi de konuşmak istiyordu aslında ama konuya nereden girmeleri gerektiğini kestiremediler. Zaten saniyeler sonra, Leyla girmişti içeri. Abisinin geldiğini ve yaşanan olayları tahmin edemeyeceğinden neşeliydi. "Küçük bebeğim, ben geldiiim! Aa..Feza bey!" Diyerek gördüğü ikiliye yönelirken tebessüm etti. Mehan'ın saçlarının arasına öpücüğünü kondurdu. Dostunun beyazlayan tenini ve adamın yüzündeki küçük yarayı ancak fark etmişti. Aklına gelen ihtimaller, gerçeğin kenarından dahi geçmezdi. "Mehan, ne oluyor? Bu adam mı bir şey yaptı sana?" Mehan, onu bir kız kardeşten fazla seven ve koruyan dostunun elini tuttu. "Düzgün konuş Leyla. Hiç bir alakası yok. Gördüğün her şeyin sorumlusu Aladağ." Öfkeli gözlerle nazik adama bakan kadının bakışları, anında yeniden kızı bulurken endişe içindeydi artık. İyi olup olmadığını sorgular bakışlar atmaya başladı. Feza burada durumu ele almıştı. İki kadının da streslenmesini istemezdi. "Merak etmeyin. Bir şey olmadı. Olmayacak da. O adam kim bilmiyorum, anlatmak zorunda değilsiniz elbette. Ancak yaşanması muhtemel görünen durum canımı sıktı. Şiddete meyilli olduğu belli. Kendinize daha çok dikkat etmeniz gerekiyor. Özellikle sizin, Mehan Hanım." Gözleri buluştu ikilinin. Mehan, geçmişte doğru sanarak seçtiği adama karşı uyarılmanın verdiği utançla gözlerini kaçırdı. Feza buna karşın tek kaşını kaldırdı. "Kendini dünyanın merkezi sanan bir erkeğin varlığı yüzünden utanmayın. Başınızı bir başkası yüzünden eğmeyin. Çünkü siz yanlış bir şey yapmadınız. Yani..tabii hikayenizi, geçmişinizi bilemem ancak ben bundan eminim."

Ma'ferin.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin