Fırtınanın yıkıp dökmekte olduğu eski bir kasabanın kuytu köşelerinde bulunan, neredeyse yıkılacak bir kulübeden çığlık sesleri yükseliyordu.
Bir kadın başında hiç kimse olmadan doğum yapmaya çalışıyordu. Dakikalardır bir tek insan bile yanına gelmiyordu. Zavallı kadın acıdan öleceğini sandı.
Ama çektiği tüm bu acılara değişmişti, çünkü dünyaya bir oğul getirmişti. Tüm vücudu titrerken bebeğini kolları arasına aldı, kadının yüzünde acının tatlı tebessümü vardı.
Yeni doğmuş bebeğine baktı uzun uzun. "İsmin Osamu olsun mu, evet evet Osamu olsun." Kadın bu ismi oldukça beğenmişti.
Ancak bir sorun vardı, bebek hiç ağlamıyordu. Genç kadın endişelendi, yeni doğan tüm bebeklerin ağladığını görmüştü.
Bebeği hafifçe sarstı, hayır çıt çıkmıyordu bebekten. Kadın başta bunu büyük bir sorun olarak görmedi. Şu an onun için asıl önemli olan dünyaya bir erkek çocuk getirmiş olmasıydı.Bu küçük bebek üç yaşında gelmişti artık. Yine de yaşıtlarının aksine "anne" veya "baba" demiyordu. Aslında hiçbir şey demiyordu. Kadın her geçen gün oğlunun konuşmaması hakkında endişeleniyor, kendini yiyip bitiriyordu.
Zamanla kasabanın diğer insanları bu zavallı kadınla alay etmeye başladılar. Hakkında kötü söylentiler yaydılar. Kadın en sonunda tüm bunlara daha fazla dayanamayarak oğlunu kasabada bırakıp kaçtı. Sonuçta kendi düşüncesine göre her şey bu uğursuz çocuk yüzündendi.
Osamu annesi tarafından terk edildiğinde 5 yaşındaydı. Annesi gittikten sonra o eski kulübeye çoktan başkaları sahip çıkmıştı bile. Böylece Osamu evsiz kaldı. Kasaba halkı tıpkı o kadına yaptığı gibi bu çocukla da alay etti, onu dışladı. Yaşıtları tarafından hor görüldü, kendinden büyükleri tarafından ezildi. Tüm bu zorbalıklar Osamu'yu nefretten başka hiçbir duyguyu hissetmeyen bir çocuğa dönüştürdü.
Bir gün kasabanın parkında otururken birkaç çocuğun hedefi haline geldi. Kendisini dövenlere karşılık vermediği için iyice hırpalanmıştı. Tam yüzünün ortasına bir yumruk yemek üzereyken bir ses yükseldi. "Ne yapıyorsunuz orada!" Ah, bu çocuk Osamu'nun kurtarıcısıydı. Sırtında sarı bir pelerin olan, turuncu saçları güneşte kaybolan bir çocuktu. İyice hırpalanmış Osamu'yu diğerlerinin elinden kolaylıkla aldı ve onu kendi evinin yakınlarındaki kendi küçük parkına götürdü. Osamu uysal bir çocuktu, karşı çıkmayı bilmezdi, bilse de yapmazdı. Bu yüzden o sarı pelerinli çocuğun peşinden gitti.
"Neden seni dövmelerine izin veriyorsun?"
Osamu nefretle dolup taşan gözlerini ona dikti. Turuncu saçlı çocuk her yeri yara bere olan çocuğun dibine girdi ve onu daha dikkatli inceledi. "Çok zayıfsın böyle kendini koruyamazsın ki." Koyu saçlı oğlan yine sadece bakmakla yetindi. Ama kızıl olan fazla meraklıydı, ardı ardına sorular sormaya devam ediyordu. "Bu kadar yarayı nasıl kazandın, acımıyorlar mı?" Osamu yaralarına baktı, bazıları kabuk bağlamış bazılarıysa hâlâ kanıyordu. "Evim hemen şurada," İşaret parmağıyla beyaz bir evi gösterdi. "Senin için bandaj getireceğim."
"Bandaj... O nedir?" diye düşündü. Merak ettiği için bekledi. Dakiklar sonra kızıl çocuk elinde küçük, beyaz rulolarla döndü. Osamu o bez parçalarına dikkatle baktı. Badaj dediği bu olsa gerek... Mavi gözlü çocuk iyice yaklaştı Osamu'ya. Kollarından itibaren temiz bez parçasını sarmaya başladı. Görünürdeki her bir yarayı sarmıştı.
Yüzündeki kanayan yaralar için de cebinde taşıdığı yara bantlarını kullandı. Kendisi sık sık yaralandığı için annesi bu yara bantlarını yanında taşımasını söylemişti.
İşi bittiğinde geri çekildi ve esmer oğlana kısa bir süre baktı. Daha sonra aklına hâlâ tanışmadıkları geldi. "Hey biz tanışmadık."
Osamu bandajlarına bakmaktan kafasını kaldıramıyordu. Hem sıcak tutuyorlardı, hem de güzel görünüyorlardı. Beğenmişti.
Mavi gözlü çocuk tek kaşını kaldırdı. "Beni dinliyor musun?" Osamu hemen başını kaldırdı ve ona baktı. "Benim adım Chuuya, seninkisi ne?" diyerek sağ elini uzattı. Ama Osamu ne yapması gerektiğini bilmiyordu, bu yüzden tek dizi üzerine çöktü ve kendisine uzatılan eli nazikçe öptü. Bunun üzerine Chuuya isimli çocuk kıpkırmızı kesilerek iki eliyle yüzünü kapattı. "Hey, bu kadınlara yapılan bir hareket!!" Osamu birkaç defa erkeklerin bu hareketi yaptığını görmüştü. Nerede hata yaptığını düşündü.
Chuuya utanç duygusu geçtiğinde "Bana hâlâ ismini soylemedin, " dedi. Cevap alamıyordu. "Konuşamıyor musun?" Osamu yine bir şey söylemedi. Bu da Chuuya'nın sorusunu yanıtlamış oluyordu.Günler her zamanki gibi birbirini kovaladı. Her şeye rağmen Chuuya ve Osamu en yakın arkadaşlar haline geldi. Artık Chuuya arkadaşını diğerlerinden koruyor, onu asla yalnız bırakmıyordu. İsmini bilmediği için de ona Shuuji diye sesleniyordu.
Zamanla Osamu'nun bakışlarındaki yabancılık, nefret yok oldu. Chuuya'ya adeta hayranlıkla bakıyordu. Sabahları onu uyandırması, kendi kendine konuştuğunu bile bile sorular sorması, espriler yapıp kendi başına gülmesi... Hepsi Osamu için çok özeldi.
Fakat bir gün Chuuya'nın berbat bir şekilde dövüldüğünü gördü. Yüzü, hatta her yeri kanlar içindeydi. Hızla yanına gitti, küçük bedeni kolları arasına aldı.
O gün Osamu ilk kelimesini söyledi. "Lanetleyeceğim." Tüm nefretiyle söylediği bu kelimeden sonra kasabada ciddi bir salgın hastalık yayıldı. Her geçen gün onlarca insan ölüyordu. Yakalanan kişinin ise vücudunda morluklar çıkıyor, birkaç saat sonra da vücudundan kanlar fışkırması sebebiyle kan kaybından ölüyordu. Kasabanın doktoru çeşitli araştırmalar yaptıysa da olumlu sonuç alamamıştı. Nedeni bilinmiyordu bu hastalığın. Her hangi bir çaresi de yoktu.
Ölümlerle geçen birkaç ayın sonunda kasabada hayatta kalan tek kişi Chuuya idi.
Ailesi gözleri önünde ölmüştü, onu bu kasabadan götürebilecek kimsesi yoktu. Bu yüzden tek başına da olsa hep burada yaşadı, bu lanetli yerde.Tüm bunlar yaşanırken Osamu sanki dünyadan silinmişti, o günün gecesi ortalıktan kaybolmuş 10 yıl sonra, yani 16 yaşında iken başka birisi olarak kasabaya takrar dönmüştü.
Bandajları hâlâ vücuduna sarılıydı ama yüzü eski halinden çok farklıydı. Bakışlarında sadelik, huzur taşıyordu. Gözlerine bakan bir kişi eminim ki dönüp bir daha bakardı. Eski, körpe halinden eser yoktu. Artık büyümüş, olgunlaşmıştı.
Chuuya'nın bu kasabada olduğuna adı gibi emindi. Onunla karşılaşmak için can atıyordu. "Acaba ne kadar değişmiştir?" diye düşündükçe içi kıpır kıpır oluyordu.
Bir gün, kasabanın sahiline gelmişti. Öylesine etrafa bakınırken turuncu saçlı biri görüş açısına girdiğinde o kişinin kim olduğunu hemen anladı. Adımlarını hızlandırarak yanına geldi.
"Bugün deniz oldukça dalgalı, değil mi?"
Kızılımsı oğlan arkasına döndü. Bir an için tanıdık geldi bu uzun boylu çocuk, ama o olamazdı.
"Tanışıyor muyuz?" diye sordu kısık bir sesle.
Osamu yüzüne geniş bir gülümseme yerleştirdi. "Tanışabiliriz, sen de istersen."
Bu turuncu saçlı oğlanın hoşuna gitmişti. Kısıkça güldü. "Neden olmasın?"
Boylece Chuuya ve Osamu tekrardan bir araya gelmişlerdi.
---------------
taslakta duracagina atayim🙁
bu kitabi sevmiyorum icime sinmiyor bir turlu
ama en azindan final versin istiyorum