Chan inmişti uçaktan. Bagajını beklerken zaman hiç geçmiyor gibiydi. Dışarı çıktığında Jeongin'i, çocukluk aşkını, görecekti. Bunun heyecanı ve yıllardır özlediği Kore'de olmanın verdiği ferahlamış hissi, Chan'a olduğu yere bayılacakmış gibi hissettiriyordu.
Gördüğü çantasıyla gözlerini büyütüp bir kaç adım daha yaklaştı Chan. Arkasında sürüyerek çıkışa doğru yürümeye başladı alır almaz.
Mesaj atmıştı Jeongin'e. Olduğu yeri söyledi Jeongin. Bakınmaya başladı Chan küçüğün ona söylediği çevreye.
Birbirlerini tanıyabilirler miydi ikisi de bilmiyordu. Hatta şuanda ikisi de göz göze gelmişlerdi ama birbirlerini bulduklarını bilmiyorlardı.
Çünkü ikisinin de burada görmeyi bekledikleri kişi bu kadar güzel görünüyor olamazdı.
Olabilir miydi?
Hissetmişlerdi birbirlerini bulduklarını. Gözlerini ayırmıyorlardı. Uzaktan bakakalmışlardı bilirbirlerine. Chan kendi gibi Jeongin'in de büyülenmiş gibi hissettiğini bilmiyordu.
İkili gözlerini ayırmayınca birbirlerine gülümsemeye başladılar. İlk Jeongin gülümsemeye başlamıştı. Onu izleyen Chan da gülümsedikçe daha da çok kıvrılıyordu yukarı ikisinin dudakları da.
Chan ona adımladı. Önlerinden geçen insanlara rağmen gözlerini ikisi de ayırmamıştı birbirlerinden.
Kapının diğer bir tarafında olan Jeonginin karşısına gittiğinde sürüdüğü çantasını bıraktı Chan.
İki küçük aşk karşılıklı duruyorlardı. Ne konuşuyorlar, ne de şuanda ikisinin de istediği gibi sarılıyorlardı. İnsan trafiği arkalarında akıp giderken onlar duvarın kenarında sadece birbirlerine bakıyorlardı. Sadece birbirlerinin gözlerine.
Chan, Jeongin'in ellerini fark etti. Kollarını açıp sarılmak istiyordu. Kendini tutmak için yumruklarını sıkıyor ama başarılı olarak bunu çok az fark ettiriyordu.
Chan yavaşça kollarını iki yana kaldırmaya başladı. O da tereddüt ediyordu. Kollarını belirgin şekilde açtığı ilk an Jeongin de ona ayak uydurdu ve küçük bir adım atarak aralarındaki mesafeyi sıfıra indirdi.
Jeongin kollarını büyüğünün bedenine sardı. Omzuna koyduğu kafasını, aldığı parfüm kokusuyla daha da yerleştirdi.
Chan da bir kolunu küçüğün omzuna sarmış diğerini de kırarak kafasının arkasına yerleştirmişti. Yüzünü de saçlarına gömdü.
"Innie..."
"Chan.. hyung..."
Birbirlerinden ayrılmadan fısıldadılar. Jeongin uzun sürdüğü için abartı olduğunu düşünerek sıkıca sardığı kollarını bıraktı. Chan da ona ayak uydurarak iki yanına bıraktı kollarını.
Jeongin, Chan onun ağladığını görmesin diye arkasını dönüp yürümeye başladı. Dönerken Chan'ın valizine uzanmıştı ve yürürken arkasında sürükledi birkaç adım.
"Gerek yok Innie, bana ver."
Chan küçüğe yetişip elini valizden ayırdı. Bir eliyle valizi tutarken diğerini de valizden ayırırken tuttuğu Jeonginin eline daha da yerleştirdi.
Jeongin Chana şaşırarak baktığında Chan onun ağladığını görmüştü.
"Innie ağladın mı?" Gülerek sordu Chan cevabını bilmesine rağmen. O da ağlardı ama kendini zor tutuyordu ağlamamak için. En azından dışardayken makyajı kalmalıydı yüzünde.
"Hayır.. ağlamadım. Bak kup kuru gözlerim." (Hayir aglamadim gozlerimin cisi gelmis)
Chan ciddiye alarak durdu ve gözlerine yakından bakmak için yaklaştı. Bu yakınlık Jeonginin yüzünü kızartırken aynı zamanda Jeongin'e Chan'ın neden kızarmadığını merak ettiriyordu. Küçükken fazla kızarırdı Chan'ın yüzü. Güneşten ya da utandığındandı. Bilmiyordu Jeongin de. Ama yüzü fazla renksizdi Chan'ın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
little love // jeongchan
FanfictionJeongin ve Chan çocukluk arkadaşlarıydı. ~~ Jisung dizlerine yapışan kumları önemsemeden eve koştu. Nefes nefese kalmıştı. "Anne! Anne! Chan hyung! Chan hyung Jeongin'i ağızından öptü!"