Dördüncü Gün

191 14 20
                                    

Ertesi gün Xiao Zhan için diğerlerinden biraz farklıydı. Sabah saatin alarmından önce kendiliğinde uyanmış ve tam da hatırlamadığı huzursuz rüyalardan kurtulmak için yataktan erken çıkmıştı. Kahvaltıya indiğinde Yibo'nun da erken gelip kahvaltısını yaptığını gördü. Bir elindeki kahveyi yudumlarken diğer elindeki haritayı incelemekle meşguldü. Xiao Zhan masanın yanına geldiği anda varlığını fark etmiş olacak ki şaşkın bir ifadeyle karşıladı.

- "Ah, Zhan-ge. Günaydın." Nazikçe gülümsedi.

- "Günaydın Bo-di."

Masada karşı sandalyesine oturdu ve kendi için hazırlanmış olan tabaktan bir şeyler atıştırmaya başladı. Tüm gece istemeden de olsa Yibo'nun anlattıklarını düşünmüş ve zor uykuya dalmıştı. Uyandığından beri de aklı ondaydı. Keyfini yerine getirmek, dün konuşulanları unutturmak istiyordu. Hatta abartıp o döneme gittiğini ve babasını tekme tokat dövdüğü anı bile hayal etmişti. Yibo'yu herkesten korumak, saklamak istiyordu. İçi bu "çocuğu" koruma ve şefkat duygularıyla dolmuşken şimdi karşısında oturan "adamı" görmek kafasını karıştırmıştı. Karşılaştığında ona sıkıca sarılmayı planlamışken, şimdi kendi düşüncelerinden utanmış, bakışlarını kaçırmaya çalışıyordu. Bir süre sessizce kahvaltı yapmaya devam ettiler. Yibo da Xiao Zhan'ın kafasını toplaması konusunda pek yardımcı olmuyordu. Tüm ciddiyetiyle günün yapılacak listesini planlarken, zaman zaman Xiao Zhan'a fikirlerini soruyor ve sakin duruşuyla daha da karizmatik hale geliyordu. Aklında çeşit çeşit düşünceyle yarım yamalak kahvaltısını bitirdiğinde arabaya atlayıp yola koyuldular.

Gündüz planları Münih'in meşhur tarihi meydanı olan Marienplatz'ı gezmekti. İlk durakları St. Peter's kilisesine girdiklerinde içeride huzur dolu bir müzik onları karşıladı. Xiao Zhan dindar biri değildi. Hristiyan hiç değildi. Ama çalınan kilise orgunun sesi, kilisenin görkemli tasarımı ve koronun şarkıları gerçekten çok etkileyiciydi. Dönüp Yibo'yla göz göze geldi. Yibo da başıyla onaylayınca sıraların arasında ilerleyip boş bulduğu bir yere oturdu. İkisi de burada çekim yapamayacaklarının farkındaydılar. Bu yüzden Yibo da onu takip etti ve yanına oturdu. Yaklaşık yarım saat ayini dinlediler. En sonunda tüm salon dualarını mırıldanmaya başladığında Yibo'nun dikkatini çeken tek ses solunda duyduğu kendi dilindeki sözcüklerdi.

- "Ben Xiao Zhan, herkes için adil bir dünya diliyorum. Yaptıklarımdan ve yapmadıklarımdan pişmanlığım olmasın."

Yibo elinde olmadan dönüp, kapanmış gözleriyle dilek dileyen Xiao Zhan'ı izledi. Huzur dolu yüz ifadesi ve dudaklarındaki minik gülümsemesiyle gördüğü tüm sanat eserlerinden daha güzeldi. Yeteneği olsa gördüklerini resmedebilmeyi çok isterdi. Ancak bu sahnenin başkaları tarafından da görülmesi fikri nedense hoşuna gitmediği için bu hayalinden hemen vazgeçti. Hatta şu anda çekim yapamadıkları için biraz sevindiği de doğruydu. Xiao Zhan'ın gözlerini açmasıyla bakışlarını karşıya çevirip doğal davranmaya çalıştı ve kalabalıkla beraber yerlerinden kalkıp kiliseden çıktılar.

- "Koro gerçekten çok güzeldi değil mi? Daha önce hiç kilise orgu dinlememiştim."

- "Hmm. Ben de ilk defa denk geldim... Güzeldi gerçekten."

- "Çekim de yapamadık ama yapacak bir şey yok. Bazı güzellikler de sadece bize kalsın değil mi?" derken göz kırptı.

Yibo aniden kalbine saplanan oku sakince çıkartıp poker yüzüyle sohbeti devam ettirmeye çalıştı.

- "Ge, bişeyler atıştırmak ister misin, yoksa müzeye girelim mi?

- "Hımm? Her türlü kayıt yapmak zorunda mıyız?" derken sesi pazarlık yapar gibiydi.

Xiao Zhan: Bon Voyage - YiZhanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin