cennetlik bir adam değilim ama en güzel sevabım sensin-----------------------
"Kazanan Jungkook Jeon.."
Durdurduk saniyeleri, dakikaları, çarpan kalbimin altında oyuncak oldu zaman. Tek bir kahverengi, meyus bakışlı gözünden, şakaklarından damlayan uğursuz ve pis kırmızı sıvılardan ringin üstündeydi. Nefesim tane tane boğazıma dizilirken karşımdaki adam hunharca alkışlanan, başkasının kanlarını bedeninde taşıyan Jungkook Jeon'dan başkası değildi.
Gözlerim çehresini talan etti, kalabalığın, zehirli dumanların ardından. İnce, kenarından kanı süzülen dudağı aralıktı. Dudaklarından öyle hoyrat nefesler alıyordu ki, inip kalkan göğsüne bakmadan edemedim. Gözlerim bir tablonun ayrtıntılarını incelercesine kanlı sülietinde gezindi. Onlar benden habersiz gezindikçe nefeslerim daha da hızlandı, kulaklarım uğuldadı, arkada çalan o iğrenç sesin müziğini kıstı.
Şimdi sadece gözlerim ve o vardı. Omuzlarımdan itikleyen bir dürtü, kolumda hala yerinde duran parmakları unutturacak kadar tatlı bir arzuya yönlendiriyordu beni. Saçları siyahtı, internette yayılan fotoğraflarının aksine uzun, kirli ve dalgalı duruyordu. Aralarından teri süzülen saç telleri burnundan kaçan nefesleriyle savruluyordu. Gözlerimi kırpamadım, ya da tekrardan sürüklenmeme engel olamadım. Sanki gözlerimi salise kırpsam nefsim yeis kalacaktı.
Sert yüz hatları vardı, yaşıtlarımın aksine olgun duruyordu. Elimde olmadan dudaklarımı birbirine bastırdım, puslu bakışları sürüklenen bedenimde, belki de onu hayretle izleyen gözlerimdeydi. Yanındaki hakem olduğunu sandığım adam kolunu kaldırdığında tekrar kulaklarım çınladı. Kazananı alkışlıyorlardı. Kazanan, o'ydu. Yerlere yatırdığı, kanı geniş göğsünden damla damla süzülen rakibine gözü bile değmeyen Jungkook Jeon'du.
İşte tam bu düşünce yanağıma bir tokat gibi çarptı. Ve ikimizin birden durduğu o saniyeleri tekrar eski yerine koyduk.
Siyah, kalın baldırlarının üstünde biten şortunun yanında sallandırdığı sargılı elini sıktı. Bunu gördüğümde kaşlarımı çatmaktan, kolumun acısını tekrardan hissetmekten, sürüklendiğimin farkına varmaktan alı koyamadım. Nerde olduğum, nereye geldiğim ve en önemlisi neden burda olduğum gibi sorular yüreğimde filizlenen öfkenin dallarını budadı.
Gözlerimiz birbirlerini bırakamadı, o kaşlarını çattı gidene kadar beni izledi, belki de beni tanımıştı.
"Jeon yine şaşırtmıyor," Kalabalığın ardından geçerken duyduğum sigara bağımlısı olduğunu bağıran sesle birlikte kaşlarım sanki olabilecek gibi daha da çatıldı. "Onun gibi birini tanımıyorum, adam canavarın teki, tek bir maçını kaybettiğini görmedim."
Canavar, o canavardı.
Boğazımın kuruduğunu hissettiğim vakit, yutkundum ve önüme döndüm. Gözlerimin hizasında bu güçlü, yaşlı adamın bir koruma olduğunu belli eden siyah ceketi, tek tük saçlarının oldığu ense tıraşı vardı. Sinirle gözlerimi kıstığımda bileğimi tekrar çekmeye çalıştım. "Bakın bu yaptığınız alalen suç! Bana sadece Chris'i verin, bende bu iğrenç mekandan seve seve gideyim!" diye bağırdım, fakat beni duyabildiğinden emin bile değildim.
Düşündüğüm gibi beni duymamıştı bile, yürüyüşünü bile azaltmamış, beni nereye gittiğini bilmediğim pis duvarları olan bir koridordun içine sokmuştu.
Gözlerim amansız bir korku ile büyürken işe yaramayacağını bildiğim halde elimi geri çekmeye, hatta geri kaçmaya bile çalıştım. "Beni oraya sokamazsın!" müzik sesi hafiften kayboluyordu, bu iyiye işaret miydi değil miydi pek emin değildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
nefha
Fanfictionsevişirken saçını seveceğim küçük kız, patenlerinle çizdiğin o buzları ensende eriteceğim, ringte seni düşleyeceğim, senin için yanacağım küçük kızım. text, L und J.