neunzehn

1.3K 117 217
                                    

İnsanları sevmek ne kadar da zordu öyle. Kalbini birine verdin, gözlerinin rengi de onun tek bir lafında. Küfürlerinde soluyor, övgülerinde ısınıyordu. Sevmek zor, nefret etmek ise zorun aksine, kolaydı. İnsanlar gider, soğur ve tanımadığınız birine dönüşür.

"Bunu yapmam, istemiyorum." dedi, emindi ama kendinen. Elindeki dibi kalmış bira şişesiyle oynuyordu. Omzu duvarındaki boyaları sökülmüş eski duvara yaslı, gecenin renkli günahında elleri cebindeydi. Saçları ise dağınık, elmacık kemiğindeki açık yarasından da hâlâ kanlar süzülüyordu. Az önce eğlencesine yapılan bir kavgadan çıkmış, sıcak gecenin gürültülü şenliğinde kalmışlardı. "Benim derdim küçük bir velet değil, hakkın benim için büyük ama bu benim işim değil." dedi şişede kalan son yudumu da diklemeden önce.

Bir tarafta eski bir aletten çıkan gürültülü ve kulak tırmalayan bir müzik harabeyi sarıyordu. Her gece aynı şey, sokağın insanları gece dışarı çıkar, gözgözü görmeyecek şekilde etrafı dumana çevirir ve köşe başlarında umarsızca birbirleriyle kahkalar eşliğinde sürtünürlerdi. Öyle saatlerdi ki, uzaktan bir gelen olursa buranın eğlencesine kapılıp, tehlikesine kurban gidebilirdi.

Karşısındaki adam, duymayı beklediği cevabı işittiğinde hiç şaşırmadan gülümsedi, gözünün kenarlarındaki kırışıklıklar ise büzüştü. Parmağının arasındaki kahverengi sigaradan bir yudum aldıktan sonra küllerini parmağını vurarak düşürdü. "Sana böyle bir hak tanımıyorum." dedi ve yüzündeki gülümseme kaybolurken yaşça karşısındaki delikanlıdan büyük olduğu belli oluyordu. "Altındaki boku bile temizlemeyi bilmiyorken benim elime baktıysan, sen de bir velete bakabilirsin." dediğinde içten içe kavruluyordu.

Aynı yanağının büyük bir kısmını kaplayan yanık izi gibi.

Delikanlı elindeki şişeye bakıp, dişlerini gösterecek şekilde alay edercesine gülümsedi. "Bunu zamanında kendi kızına yapsaydın." dedi ve elindeki şişeyi hemen arkasındaki çöp kutusuna attı. Hoyrattı, kavga ederken attığı gülümsemesi, tehlikeli bakan gözleri tamamen tutku doluydu.

Sahipsizdi, belki evsizdi bile. Ama şimdi ismi korkularak anılmaya başlandıysa yanında duran adam sayesindeydi. Varını yoğunu bu delikanlıya vermiş, veremediği zamanı ona vermişti. Fakat şimdi her şey o kadar kolay değildi. "Jungkook," dedi sadece, sırtını çevirip giden çocuğa bakmadı bile. Gözleri yerde, sesi haksızlıklarla boyalıydı. İsmini o koyu seste duyunca yerinde durdu. Bu ses tonunu iyi biliyordu. "Senden bugüne kadar hiç bir şey istemedim," kafasını kaldırdı, oğlana baktığında onun da ona baktığını görebilmişti. "Ve şimdi senden dediğim şeyleri yapmanı istiyorum," yanına bastonu ile yavaşça yaklaştı, nasırlı elini oğlanın ensesine attığında orayı sertçe sıktı. "Oğlum."

Oğlun,

peki kızın nerde?

Jungkook bakışlarını nefesi sıkışa sıkışa yaşanmışlık kokan gözlere çıkardı. Orada hâlâ alevleri, o zehirli dumanı görebiliyordu. Onu işe yaramaz bir haldeyken bulmuş, ona yemek ve su vererek bir hayat vermişti. O olmasa belki şimdi küçük bedeni soğuktan ölmüş olabilirdi. Korudu, savundu ve ona yumruk atmayı öğretti. Kimseye ihtiyacı olmadan yaşamayı, kendini korumayı öğretti. Ona buranın sahibi olmayı öğretti.

Ama ona asla öğretemeyeceği bir şey vardı, değer, ona kıymet nedir asla öğretemezdi.

🦋

nefhaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin