dreizehn

1.7K 166 380
                                    


Geçmişim karanlık, yıldız görmez bir gökyüzü. Başlangıcı tatlıydı aslında, ay dede gülümserdi bana. Şimdi hâlâ çıkıyor mu bilmiyorum bile. İlk kez yıldızları saydığımda babamla birlikteydim. Uyuyamamıştım ve babam bana dünyanın en güzel oyınunu öğretmişti. En parlak yıldızı bulan kazanacaktı.

Oyunumuz her defasında bittiğinde somurturdum, bazen dudaklarımı bile büküyordum. Her zaman babam kazanıyordu çünkü. En parlak yıldızı hep o görüyordu. Ona karşı bir kez olsun kazanamamıştım.

Bilmiyordum, küçük bir çocuğun aklı yıldızların sadece görüntüsünü severdi.

Ona karşı asla kazanamayışımın sebebini onlar gidince anlamıştım. Babamın en parlak yıldızları bizdik. Ve ben yıldızlarımı kaybetmiştim. Hem gökyüzünden, hem de gözlerimden.

Bir elvedayı bile çok gördüler bana. Ölürken seslerini bile duyamadım. Belki de ismimi bağırdılar ama duyamadım. Keşke son kez duyabilseydim.

Ama babama anlatmam gereken çok şey oldu bu kıytırık hayatımda. Ödüller, madalyalar kazandım. Beni gerçekten seven arkadaşlarım oldu. Televizyona, haberlere, internete bile çıktım. Sonra aldatıldım, ağladım, gözyaşımı kendim sildim. Ama bu senin gidişin kadar acıtmadı baba. Kondurulamazdı bile. Belki ağlamak için bahaneydi bana.

Sonra sana geceleri bir adam anlattım. Böyle onu bir görebilseydin uzak dur ondan bile diyebilirdin. Başlarda ben de öyle yapmaya çalıştım biliyor musun? Ama sanırım başaramadım. Hem onu bir tanısan hiç de ona yakıştırılan isimler gibi değil aslında. Bence onu severdin. Başlarda çok kızardın ama sonra onu çok severdin. Hatta ikiniz beni unutabilirdiniz.

Hem o sana çok benziyor biliyor musun baba? Bana senin gibi sesleniyor, beni koruyor, bazen aynı senin yokluğunda ağladığım gibi onun içinde ağlıyorum. O çok tehlikeli şeyler yapıyor baba. Ya ona da bir şey olursa?

Ya o da senin gibi beni bırakırsa baba? Eğer giderse bu senin beni ikinci defa terk etmen gibi olacak. Çünkü o sana çok benziyor.

Çünkü o benim tek gözünde en parlak yıldızı taşıyan canavarım.

Yanaklarımda elleri, dudaklarımda dudakları. Bana öyle bir hissi bahşetti ki diğer bütün duygularım bana küstü. Gözlerim karanlıkta onun kokusuyla vals yaparken damağıma yayılan acımsı, fakat bağımlı olacağım o tat kirpiklerimi sulandırıyordu.

Öncekinden daha sert öptü, bu sefer o beni öptü.

Kalplerimiz birbirimizin teninde atarken ellerimi nereye koyacağımı bilemedim. Sanki çarpsam incineceğim sert göğsünde tutuyordum ellerimi. O güçlü adamın dudaklarımdayken titremesini hissetmek bambaşkaydı.

Zaman bizim için tane tane akarken ellerini daha sert hissettim şimdi. Biri boynumda, biri boynum ve çenem arasındaki soğuk tenimde duruyordu. Onun elleri sıcak, benim tenim soğuk. Aslında başından beri;

mavi olan oydu, ben kırmızıydım.

Alt dudağımı sıyırıp geçen dili beni kaskatı yaptı, sanki ellerinin dokunduğu yanaklarım gibi sevdi. Tadı öyle güzel yayılmıştı ki dudaklarıma, zamanın taneleri havada kalsın istedim. Fakat ne taneler söz dinlerdi, ne de kader. Dudaklarımızdan soluduğumuz nefeslerimiz kalmayınca uzaklaştı.

Ona bakmıyordum, sımsıkı olmasa bile kapalıydı gözlerim. Fakat tenime değen irisin o baygın bakışlar canımı bile yaşatabilirdi. Kurban edecek kadar değil, yaşatacak kadar.

nefhaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin