arzt.

2K 228 328
                                    

bana öyle bakıyorsun ki
sanki hep sendeydim

Ayaklarını hizala, dönüşünü tamamla ve olduğun yerde say.

Ayakların bir adım ileri gitmesin. Bakışların karanlıkta kalsın ki ışığı dileme. Karanlığa alış, yenilmeye alış. Alış ki buzun üstünde attığın adımları kendin için yaz, patenin altındaki keskin bıçak buzu değil ışığı kessin. Işığı kessin ki gözlerin acımasın.

Sessizliğe alış ki alkış duyduğunda başın göklere ermesin, yüzüne atılan çöplere alış ki tebrik çiçeklerini gerçek sanmayasın. Her zaman başarıyı ellerinin arasında tutma çünkü değil. Ona ulaşana kadar dön etrafında, elbet bir gün adımını atacaksın.

Varlığına alıştığım, yokluğuyla titrediğim soğuk tenimin üzerindeydi. Pistin soğuğunu bile o kadar seviyordum ki beyaz tenimin soğuktan kızarması bile hoşuma gidiyordu. Bunu hissetmek için yaşıyor, birkaç yıl önce kesmek istediğim nefesime gaye oluyordu. Başka bir amacım yok, sadece bunun için hâlâ kalbim atıyor desem yerinde olacak.

Sürekli çatlayan ellerimi birbirine geçirdim, parmaklarımdaki yüzüklerle oynuyor nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum. Bazen kendi sınırlarımı kendim bile bilmiyordum, bacaklarım acıyana, ayaklarım yara olana kadar antrenmanlarım sürüyordu. Birkaç ay sonra olimpiyatlar vardı, yabancısı olduğum bir ülkenin adıyla yarışmaya katılmak yanlış hissetirse dahi kendi ülkemde bu kadar başarılı olamayacağımı biliyordum.

Bu belki kendimi avutma şeklimdi, bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa o da evime asla dönmeyecek olmamdı. Evim yoktu, ev diyebileceğim bir yer hiç olmamıştı.

"Lalisa?"

İsmimi yabancı olmayan bir ses ile duyduğumda yüzüklerimle oynamayı bıraktım. Saat erkendi, tek olduğumu sanıyordum. Bakışlarım onu bulduğunda tanıdık his karnıma hücum etti. Dudaklarım istemsizce kıvrıldı "Günaydın." diyerek gülümsediğimde ondanda karşılığını almıştım.

Dövmeli elini pantolonunun cebine soktuğunda yanıma doğru adımladı "Yine mi erken geldin? Sana dinlen demiştim." diyerek sesine kızgın bir nida ekledi. Her sabah aynı tartışma geçiyordu aramızda, Jackson bana biraz daha uyumamı söylüyor bu yüzden tartışıyorduk.

Çatılan kaşları ile beraber oturduğum banka oturduğunda gözlerimi devirdim. Tanıdık parfümünün ağır kokusu şimdiden burnumu sızlatmıştı. Hafif narenciye ve odunsu, klasik pahalı erkek parfümüydü.

"Uyku tutmadı." diyerek mırıldandığımda topuklarımdaki yaralardan mütevellit sızlayan ayaklarımı patenlerime soktum. Jackson uyuyamadığımı bilmiyordu. Ona bunu hiç anlatmamıştım, sadece Chris ve Jennie bu durumdan haberdardı.

Tabi bir de o, ismi aklıma düştüğünde yanaklarım yandı.

O da biliyordu. Hayatımdaki yerini çözemediğim bu adamda sırrıma ortak olanlardandı. O günün saniyeleri aklımın köşesindeydi. O koridordaki kırmızı lekeler, kokuşmuş günahkar ruhlar, en mühim olanı da o kanlı bedeniydi. Gördüğüm, bana anlatılan kişi ve tanıdığım kişi o kadar farklıydı ki neye inanacağımı bilmiyordum.

Chris uzak dur diyordu, beynim uzak dur diyordu. Ama ben onunla konuşmayı kesemiyordum, sanırım ikimiz de birbirimize bağımlı olmuştuk.

"Hey," Jackson elini gözlerimin önünde salladığında zihnimin köşesini süsleyen kahverengilerden kurtulmuş, irkilmiştim. Ne zaman daldığımın bile farkında değildim. "Neden ağlayacak gibi duruyorsun Lalisa? İyi misin?" diyerek kaşlarını çattı Jackson.

Dudaklarımı birbiri ardına bastırdım, ben bilmiyordum, farkında değildim lâkin şu vakitler donuk olan bakışlarıma savunmasız duygular düşmüştü.

nefhaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin