14

693 90 36
                                    

"eğer yatacak yer yoksa bana da gelebilirsiniz." sesim pek güçlü çıkmamıştı. asahi'ydi duyan tek kişi. hinata ve haruto yüksek sesle kavga ettiği için ortamdaki ses fazlaydı doğal olarak.

"aslında..." asahi elini saçlarına daldırıp odaya baktı. "sanırım bir kişi ya yerde yatacak ya da seninle gelecek."

"ben-" riki hızla atılsa da asahi kolunu omzuma atıp durdurdu onu. "sen bu salaklarla kal. seon woo ile biraz daha kaynaşmak istiyorum ben."

riki surat asınca zayıf bir şekilde tebessüm ettim ve elimi hafifçe kaldırıp salladım. "yarın görüşürüz." dedim. sesim bir mırıltıdan farksız çıkıyordu.

"görüşürüz." dedi dramatik bir şekilde.

asahi ile evden çıkıp da bana geldiğimizde benim yönlendirmemle içeriye geçti. koltuğa oturup odayı süzdü birkaç saniye. "yalnız mı yaşıyorsun?"

"yok. annem işte. sabah geliyor."

"nasıl bir iş?"

çantamı koltuğun üzerine koyduktan sonra yanıtladım sorusunu. "barmen." bileğimdeki rahatsız edici aksesuarı çıkarıp kenara koyduktan sonra ona baktım. "bir şeyler içer misin? kahve ve meyve suyu var."

"kahve olur." tebessüm edip başımı salladım.

yalnızca bir tane kaldığı için kendime kahve yapamadım. yarın almayı aklıma not ettim.

elimde kupayla odaya geçtiğimde telefonuyla oynamayı bırakıp teşekkür ederek kahvesini aldı.

"yatağını nerede yapayım istersin?" diye sordum ilgiyle. "annem sabah geleceği için ses yapabilir. burada kalacak olursan uyanırsın onun sesine. ama benim odamda da rahat edemeyebilirsin. tamamen senin tercihin."

"yok ya rahatsız olmam. sen senin odana yap bir yer yatağı." ben odaya geçip onun için yer yatağı yaparken peşimden geldi. "biraz dağınık, çok üzgünüm." yerdeki birkaç kıyafeti ve yatağımın üzerindeki örgü malzemelerini kenara kaldırdım.

"örgü işleriyle mi uğraşıyorsun?" dedi şaşkınlıkla. "vay be. saygı duydum."

"pek sayılmaz." dedim gülerek. "riki için atkı ördüm yalnızca." ona yumuşak bir yastık seçip koyarken de ekledim. "ama vermedim."

"niye?" dedi merakla.

kendimi yatağıma bırakıp tebessümle yüzüne baktım. "takmak istemeyecektir diye düşündüm de..." dedim. gözlerimi ellerime indirip bir süre alt dudağıma eziyet ettim. "doğum gününü erkenden söylemiş olsaydı belki hak ettiği güzellikte bir şey alabilirdim ona. ama aklıma yalnızca bu geldi."

yavaşça bana yaklaştı. onu izledim. yer yatağına oturup bağdaş kurdu ve bana aşağıdan bakmaya başladı. "seon woo," dedi. "bizim yüzümüzden vermedin değil mi?" gülüp inkar etmek istedim söylediğini ama dudaklarım aşağıya doğru sarktı, gözlerim doldu. sol omzumu silkmekle yetindim. "riki aramızda parayı sorun etmeyen tek kişidir belki de seon woo. için rahat olsun, samimi söylüyorum bak bunu. riki senin maddi durumunu asla umursamayacak. verdiğin şeylerin maddi değerini düşünmeyecek."

dudaklarımı ıslattım. "ama beni aldığı pahalı hediyelerle ezecek..."

şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. "ne? hayır. riki asla-"

"riki asla bunu yapmaz." dedim ondan önce. "zaten sorun riki değil, benim." derin nefes aldım. gittikçe daralıyordum. "sana ilerde ne olacağını söyleyeyim mi? yaptığı her şey karşısında ezileceğim. veren taraf hep o olduğunda kendimi berbat hissedeceğim. ben de ona bir şeyler vermek isteyeceğim ama elimden bir şey gelmeyecek. riki ilk değil. daha önce bir kez daha zengin bir sevgilim oldu benim. ve yürümedi. yürümeyeceği en başından belliydi ama umut ettim işte. aldığı pahalı hediyeler biriktikçe azaldı. sonra tamamen bıraktı hediye almayı. muhtemelen enayi olduğunu düşünmüş olmalı. ben olsam ben de öyle hissederdim sanırım. her ne kadar başta parayı umursamasan da bir süre sonra sen de karşılığını almak istiyorsun bence." ağlamaklı bir sesle devam ettim konuşmama. "ben asla riki'nin beklentilerini karşılayamam. asla onun hak ettiği hediyeler alamam ona. yanına yakışmam..."

"neden o zaman onun teklifini kabul ettin?" diye çıkıştı. "ona umut verdin."

"zengin olduğunu biliyor muydum sence?" dedim gülerek. gözyaşlarımı tutamıyordum. "aldığınız hediyeleri görene kadar riki'nin maddi durumu hakkında bir fikrim bile yoktu. verdiğiniz her hediye benden daha değerliydi. bunu gördükten sonra... gerçekten o kadar kötü hissettim ki anlatamam."

sessiz kalmayı tercih etti. bir süre ağladıktan sonra sildim gözlerimi.

"sana kıyafet vereyim mi?" dedim burnumu çekerken. "kullanılmamış kıyafetim yok hiç, üzgünüm." dolabımdan rahatça uyuyabilmesini sağlayacak kıyafetler çıkarıp ona verdim nazikçe. "banyo hemen sağda kalıyor."

"burada değiştiremez miyim?" diye sorduğunda şaşırdım.

"ha, yok. ondan değil. rahat edemezsen diye söylemiştim. elbette burada da değiştirebilirsin."

üzerini değiştirirken ona bakmamak için odayı toparladım biraz. örgü malzemelerini kaldırırken kısa bir anlığına duraksadım. dudaklarım kıvrıldı. ne hayal ama...

"biliyor musun," asahi'ye baktım. "garanti veriyorum sana. riki o atkıyı benim aldığım ayakkabıdan daha çok severdi. vermemen çok yazık gerçekten."

durdum. bir dakika boyunca sessizce durup düşündüm. vermeyip pişman olmaktansa verip pişman olmayı tercih ederdim.

asahi'ye herhangi bir şey söylemeden odadan çıktım. çantanın içindeki atkıyı çıkarıp son kez kararımı gözden geçirdim. tepkisini görmek istiyordum. gece boyunca uyumamıştım ben bu atkı yüzünden. vermezsem sonrasında kafamı çok döverdim. atkının üzerine işlediğim r ve s harflerine baktım. küçük, fark edilmesi zor harfler.

hızla çıktım evden. merdivenleri de aynı hızla çıkıp kapıyı nazikçe çaldım.

kapıyı açan kişi haruto'ydu. üzerinde riki'ye ait olduğunu düşündüğüm pijamalar vardı. kaşlarını kaldırıp bana baktı.

"riki'yi çağırabilir misin?" diye mırıldandım. atkıyı arkama almış vaziyette bekliyordum.

"kim o haru?" japonca bir şekilde sorusunu yönelten riki beni görünce şaşırdı. "hey, ne oldu?" korece'ye dönmüştü. japonca konuşan riki'nin seksiliğini sonra düşünmeye karar verip atkıyı arkamdan çıkardım.

"al." dedim dümdüz. "o kadar uğraştım. beğenmezsen de beğendim demek zorundasın. ayrıca yalnızca bu renk vardı elimde. kırmızı sevmiyorsan da bundan sonra en sevdiğin renk o olsun." atkıyı şaşkınlıkla aldığında hızla merdivenlere yöneldim. arkamdan seslense de durmayıp eve kaçtım.

kapıyı sertçe kapatıp sırtımı kapıya verdim. yüzümü buruşturup yere çöktüğümde asahi şaşkın şaşkın bana baktı. göz kırptı ne oldu der gibi.

"of ya," dedim ağlamaklı bir sesle. "tepkisini görmek istemiştim. heyecanlanıp arkama bile bakmadan kaçtım."

gür bir kahkaha attı. ellerini ona verdiğim siyah eşofmanın ceplerine soktu. "hemen uyuyacak mıyız?" dedi sırıtarak. "film falan izlesek ya?"

"televizyonumuzun interneti yok, kusura bakma."

"bilgisayarın da mı yok?"

"bozuk."

sessizlik. ikimiz de göz göze geldik ve kahkahayı bastık. bana yaklaşıp elini uzattı. "kalk hadi kalk. hasta olacaksın orada daha fazla oturursan."

birlikte salona geçtiğimizde telefonu çaldı. sırıtarak beni yanına çağırdı. "haru arıyor." merakla yanına ilerledim. görüntülü aramayı yanıtladığında ilk duyduğumuz şey kahkaha sesleriydi. bir de riki'ye ait olan ağlama sesleri.

"riki!" panikle telefonu tutup kendime çevirdim. "hey! ne oldu!"

hinata gülerek bir şey söyledi ama japonca olduğu için anlayamadım. asahi'ye baktım panikle. o da güldü.

"senin aldığın atkıya yüzünü gömmüş ağlıyormuş."

"neden?" sesim endişeli geliyordu. beğenmemiş miydi?

"e aşık!" haruto'ya baktım konuştuğunda. kamerayı kendisine çevirmişti. "bu enayi var ya bu enayi," dedi gülerek. "sana çok aşık."

-

ben dramlari oyle cok uzatmam,
bize ters

uykusuz kalınan geceler # sunkiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin