19 AĞUSTOS

89 6 0
                                    


      Kupasındaki soğuk kahveyi yudumladı ve arkasına yaslandı.
"Bugün şahit olduğunuz şeyden dolayı çok üzgünüm. Benim için hassas bir gün. Hep içerim ama sabahın köründe sarhoş olmak sık yaptığım bir şey değil."
"Sorun yok Lavinya, ben bu evde misafirim. Bana evini açtın, burda seni asla yargılamayacak biri olarak varım, yanımda çekinmene gerek yok." Dedim kısıtlanmış hissetmemesi için. Saat gece yarısına yaklaşıyordu. Can birkaç saat önce onun tamamen ayıldığından emin olup gitmişti. Zor bir seans olacaktı, Lavinya tamamen ayıktı ve zihni çok doluydu. Her şeyin güzel olmasını dileyerek ilk soruyu sordum.
"Altıncı sınıfı anlatıyordun en son, şimdi ne var aklında? Bana ne anlatmak istersin?" Dedim gülümseyerek.
"Altıncı sınıfın kalanı güzeldi, gerçekten güzeldi. Evde olan durumları saymazsak, okulda hiç olmadığım kadar mutluydum. Üç kişilik kız grubumla her gün eğlenceli olaylar yaşıyorduk. Yedinci sınıfa geçtiğimizde, sınıfımıza yeni insanlar gelmişti. Üçümüzün de zaafı, yeni insanlardı sanırım. Her boşlukta yeni öğrencileri konuşuyorduk. İçlerinden bir oğlan İstanbul'dan taşınmıştı buraya ve şans eseri annelerimiz arkadaş çıkmıştı. Biri ise çok saygılı görünen, ama yakın olduğunuzda içinden çılgının teki çıkacak bir oğlandı. Nasıl oldu bilmiyorum ama o yıl, arkadaş grubumuz fazlasıyla büyüdü."
Kafasından bir şeyi hesapladı, sanırım kişileri sayıyordu.
"Bu kalabalık arkadaş grubunda üç kız altı erkektik sanırım. Hepimiz kelimenin tam anlamıyla çılgın ve asi çocuklardık. Yaşıtlarımız arasında en özenilen ve en çok eğlenen arkadaş grubu bizdik. İletişimimiz çok farklıydı, birbirimizle rahatça konuşabiliyorduk. O yıl, on ikinci yaşımı doldurdum ve beklen şey gerçekleşti. Ergenliğe girdim. Ergenlik dönemim çoğu kişininkinden daha karmaşık geçecekti ama henüz bundan haberim yoktu. Okuduğum kitaplardaki gibi güzel ve tutkulu bir gençlik aşkı yaşayacağımı, çok mutlu olacağımı sanıyordum. Beni kadın olmaya her zamankinden daha çok yaklaştıran o ilk kanı gördüğümde, artık bir yetişkin olduğumu düşünmüştüm. Özgür ve yetişkin, sexy ve güçlü bir kadın olacağıma inandırdım kendimi. Nazlı henüz bu deneyimi yaşamamıştı ve benim için çok mutluydu. Nasıl hissettiğimi soruyordu durmadan. Farklı bir şey yoktu aslında, sadece bir adım atmıştım hayata. Ama gözümüzde o kadar büyütmüştük ki..." dedi gülümseyerek. Yetişkin olmak isteyen o kız çocuğu için ergenlik özel bir şeydi. Her şeyin daha güzel olacağını düşünüyordu aslında hayatının karışmaya başlayacağını bilmeden.
"Çocukken şıpsevdiydim sanırım. Hatta o kadar ki, henüz ilkokuldayken bir oğlana aşk mektubu yazmıştım ama yanıt alamamıştım. Ortaokulda ise kendimi çirkin hissediyordum. Kimsenin beni beğenmediğini düşünüyordum ki bir bakıma doğruydu. Yaşıtlarımın vücutları olgunlaşıyordu ve herkes çocukça ilişkiler yapıyordu. Beni ise beğenen kimse yoktu, en azından bildiğim kimse yoktu. Aynanın karşısında saatler geçirir, beni neden beğenmediklerini düşünürdüm. Ama inancımı hiç kaybetmedim, bir gün birinin beni de seveceğine ve beğeneceğine hep inandım. Zayıf bir kızdım, bacaklarım incecikti. Kollarım cılızdı ve göğüs denen o iki yuvarlak kadınlık sembolüne henüz sahip değildim. Ellerimle kalçalarımı kontrol eder, annemde ve diğer kadınlarda olduğu gibi büyümelerini dilerdim. Erkeklerin de olduğu bir arkadaş grubuna sahip olmanın en büyük artısı, kızlar hakkında düşüncelerini en saf haliyle onlardan, erkeklerden duyabiliyor olmaktı. Onlar için dış güzellik çok önemliydi, kızların kişiliklerine bakmıyorlardı. Bize sınıftaki diğer kızları anlatırlardı, vücutlarını eleştirir veya överlerdi. Üç masum kız, bizi de birilerinin beğenmesini bekliyorduk. Nazlı'dan hoşlananlar vardı, onu beğenenler vardı ama benim adım hiçbir yerde geçmiyordu. O zamanlar erkekler arasında konuşulmaya çok özenirdim, çünkü bu beni beğendikleri anlamına gelirdi. Bekledim ve bekledim, çok uzun bir süre. Ama sekizinci sınıfa kadar kimseden beklediğim ilgiyi göremedim. Gördüğümde ise, yıllarca beklediğim şey hayatımı baştan aşağı değiştirecekti. Beni mutlu ederken üzecekti, adımı duyururken bir yandan lekeleyecekti. Yıllarca annemin beni korumaya çalıştığı belalar başımdan eksilmeyecekti, bunları bilmeden dua ederdim beğenilmek için."
Kahvesinden son yudumu aldı ve sigara almak için mutfağa gitti. Onu beklerken kendi ergenliğim üstüne düşünmeye çalıştım. Açıkçası, aklımda hiçbir şey kalmamıştı. Yalnızca üç kardeşine annelik yapmaya çalışan, bir yandan dersleri için çabalayan bir kız çocuğuydum sanırım. Dikkatimi çeken erkekler vardı ama onlara yaklaşmaya çekinecek kadar asosyaldim. Hayatımda daha büyük önceliklerim vardı. Lavinya içeri geldi dudaklarının arasında tüten sigarasıyla beraber. Elinde de yeni yaptığı kahvesi vardı, benim için getirdiği bardağı önüme koydu.
"Sıcak seviyorsunuz değil mi?" Dedi koltuğuna yerleşirken.
"Evet, sen her şeyi soğuk mu içiyorsun?"
"Yemekleri bile soğutup yerim." Dedi ufak bir kahkaha atarken. Zihni doluydu ama içindeki öfkeyi ve gerginliği gün içinde atmıştı. Öylesi sarhoş olmak, içinde tuttuklarını uyuşturmuştu, sakinleşmişti.
"Nerede kalmıştık?"
"Ergenliğinden bahsediyorduk." Dedim devam etmesini bekleyerek. O yaşlarını düşündü, olayları gözünün önüne getirmeye çalıştı.
"Dürüst olmak gerekirse, yedinci sınıfla ilgili aklımda çok şey kalmadı. Yalnızca, her şeye rağmen mutlu olduğumu hatırlıyorum. Kalabalık arkadaş gruplarını her zaman sevmişimdir ve o zamanlar buna gerçekten sahiptim. O gruptaki herkes birbirine bağlıydı, birbirimizi seviyorduk. Çocuktuk ve henüz hatalar yapmaya başlamamıştık, birbirimize saygı duyuyorduk. Grubumuzun dışındaki herkes bizim için yabancıydı. Saçma sapan şeyler yapar, durmadan müdürün odasına çağırılırdık. Sosyal çocuklardık ve aramızda çok başarılı olanlarımız vardı, biri de bendim. Bu öğretmenlerin bizi sevmesini sağlıyordu. Ama evde her şey bu kadar güzel değildi, izin verilse tüm günümü okulda arkadaşlarımla geçirmek isterdim. Eve döndüğümde, kavgalar her yanımı sarıyordu. Liseye giriş sınavının yaklaşması ailemin üstüme daha çok düşmesine neden oluyordu. Her zaman olduğu gibi derslerimi önemsiyorlardı, mutluluğumu değil. Beni sınav sürecine hazırlıyorlardı hissettirmeden. Bazen arkadaşlarım dışarı çıkar, alışveriş merkezindeki oyun alanına giderlerdi. Çoğunlukla ben de aralarında olurdum ama bazen, annem evde oturup ders çalışmamı söylerdi. Onlarla gitmek için ağlardım ama gerekirse başımda oturur, çözdüğüm soruları kontrol ederdi. Nazlı benim de çıkabilmem için annemle konuşabileceğini söylerdi ama annemi en iyi ben tanıyordum. Daha doğrusu, bir tek ben tanıyordum. Ona karşı geldiğimde veya bana bir şey için izin vermediği zamanlarda araya arkadaşlarımı sokarsam bana nasıl kızdığını bir tek ben biliyordum. Sana hayır diyorsam, arkadaşlarını karşıma getirme. Benim lafımım üstüne laf söyleyemezsin, kimseye de söyletemezsin derdi. Arkadaşlarının yanında hayır diyemeyeceğimi sanıyorsan, çok yanılıyorsun derdi. Bir seferinde Nazlı beni dinlemedi ve annemle konuşmaya çalıştı. Nazlı'ya türlü türlü yalan saydı, çok nazik konuşuyordu. Kimse onunla yalnız kaldığımda bana nasıl kaba davrandığını anlayamazdı, dışarıdan bakıldığında dünyanın en iyi ve düşünceli annesiydi. O gün Nazlı gittikten sonra beni saatlerce azarladı. Beni uyardığını ama onu dinlemediğimi söyledi. Bu bir daha olursa, arkadaşlarımın önünde beni döveceğini söyledi. Hepsi acı çekmeni izler ve rezil olursun dedi, çizmeye çalıştığın güçlü kız imajını çizer atarım diye tehdit etti beni. Bunu kimseye söyleyemedim çünkü ona inandım. Bunu yapardı, hiç düşünmeden vururdu bana tüm dostlarımın önünde. Onun gözünde ailesinden şiddet gören bir kıza kimse saygı duymazdı, bunun duyulmasından korktuğumu biliyordu. Bunu yaşamaktan korktuğumu biliyordu, ondan korkmamı ve sözüne saygılı olmamı istediği için zaaflarımı bana karşı kullandı, dostlarımı."
"İstersen bugün ailen hakkında konuşmayalım Lavinya, dostlarını konuşalım. Bana onları anlat." Dedim konuyu değiştirerek. Ama bu onu durdurmadı, çoktan hatırlamıştı, anlatmak istiyordu.
"Yemek masasında telefonla ilgilenmek yasaktı. Gerçek bir aile gibi birbirimizin gözlerinin içine gülerek yemek yemeliydik onlara göre. Arkadaşlarım durmadan mesaj atıyordu annemin bana kullanmam için verdiği eski telefonundan. Bakmak istiyordum, sohbete dahil olmak istiyordum."
"Lavinya, dur."
"Lütfen sözümü kesmeyin. Bugün bunu konuşmamam gerektiğini düşünüyorsunuz, ben saf değilim. Ama konuşmam lazım Melek Hanım. Anlatmam lazım." Dedi sinirle karışık hüzünlü sesiyle.
"Özür dilerim, devam et lütfen." Dedim istemeyerek. Yanlış bir yola sapıyorduk, hissediyordum.
"Bir gün gizlice telefonuma baktım masanın altından. Fakat babamın gözü üstümdeydi. Hata yapmamı ve kurallarını çiğnememi bekliyorlardı adeta. Sinirle ayaklandı, bana bağırmaya başladı. Ellerini kaldır dedi, neye baktığını göster dedi. Arkadaşlarımın önemli bir şey yazdığını, merak edip baktığımı söyledim. Özür diledim defalarca. Sanırım o gün ilaçlarını içmemişti, böyle zamanlarda çok daha öfkeli olurdu. Üzerime gelmeye başladı, telefonumu ona göstermemi istedi. Ama mesajlar özeldi, arkadaşlarımın özeli vardı o telefonda, benim değil. Babamın öfkeli yüzünü nadiren görürdüm, genelde öfkesini başkaları üzerinden atardı. Ama o dönemlerde çevresinde çok insan yoktu, sözünü bir tek bana geçirebiliyordu. Telefonumu almak için üstüme çıktı. Kuvvetli kollarıyla bileklerimi sıkıyor, sakladığım telefonu elimden çekmeye çalışıyordu. Arkadaşlarımı koruyordum yalnızca, yetişkinlerin sevmeyeceği ergen konuşmalarını görüp beni arkadaşlarımdan koparmalarından korkuyordum. Bütün gücünü kullandı, kollarımı iki yanıma ayırdı. Avucumun içinde tuttuğum telefonu tüm gücümle sıkıyor ve ağlıyordum. Bir daha yapmayacağım, özür dilerim diyordum. Göz yaşlarım umurunda bile değildi, o telefonu alacaktı. Beni bırakıp telefona sarılmaya çalıştığı anda boşluğunu yakaladım ve ona tekme attım. Bu onu daha çok sinirlendirdi. Kükreyerek saldırdı bana, panik anında yapılacak, en mantıklı görünen şeyi yaptım ve telefonu duvara fırlattım. Telefon parçalarına ayrılırken izledik. Bunu yapmamı beklemiyorlardı, bu kadar karşı koyacağımı düşünmüyorlardı. Telefonun tamamen parçalandığından emin olduktan sonra odama koşmaya başladım. Arkamdan koşamayacak kadar şaşırmışlardı kendimi odaya kilitlediğimde. Babam yaptığı şeyin önemli olduğunu düşünmüyordu, basit bir olaydı ona göre. Sadece ben abartıyordum, böyle düşünüyordu. Saatlerce ağladım ,sessizce. Evde ağlamama kızıyorlardı çünkü. Çocuk musun ağlıyorsun her şeye diyorlardı bana, çocukken bile ağlamama izin vermedikleri halde. Ağladığımı duyarlarsa, daha çok sinirlenirler diye korkuyordum. Odamda kaldığım süre boyunca kavga ettiler. Birbirlerini suçladılar, bu çocuk senin yüzünden böyle dediler bağırarak. İkisi de suçlarını görmüyordu, git kızınla konuş diyorlardı."
Tanrım, kızımızla değil. Kızınla diyorlardı, sanki ikisi de Lavinya'nın kendi kızı olduğunu kabul etmiyordu. Suçu birbirlerinde arıyorlardı çünkü ikisi de ardı ardına hata yaparken çocuklarına bakması gereken asıl ebeveynin kendisi olmadığını düşünüyordu. Birinin yaptığı hatayı diğerinin telafi edeceğini düşünüyorlardı ama ikisi de telafi etmiyordu ve kızlarını kaybediyorlardı.
"Babam kapıma geldi ve birkaç kere tıklattı. Cevap vermedim, ağlamaktan kısılan sesimi duysun istemiyordum. Kapının arkasına çöktü ve uzun bir süre sustuktan sonra gururunu yenip özür diledi. Ben senin saçının teline zarar vereni öldürürüm diyen annem ve babamdı bana asıl zarar veren. İş işten geçtikten sonra fark ediyorlardı hatalarını ve düzeltmeye çabalamıyorlardı. Onunla konuşmam için bekledi, ben de bekledim konuşmayı. İçimdeki küçük Lavinya babası için üzülmüştü, kapıma gelip özür dilemesine şaşırmıştı. Pişman olması onu mutlu etmişti. Ama öldürdükleri o çocuğun yerini bıraktığı kırgın karakterim onu affetmedi. Konuşmadım, beni zorlamadı. Konuşmak isterse, salonda olacağım dedi ve gitti. Konuşmak istedim ama o konuşmayı yapmaya hiç gitmedim. Babam gelmemi gerçekten bekledi mi hiç öğrenemedim, ama küçük Lavinya bunu hep merak etti Melek Hanım. Gerçekten pişman oldu mu hep merak etti..."
Lavinya'nın ininde yaşadığı bu canavarın bir zaafı yoktu kızının sandığının aksine. Canavar hep canavardı, karşısındakinin kim olduğunu asla umursamayacaktı ve asla gerçekten pişman olmayacaktı. Bir darbe daha almıştı kırılgan bedenine, belki de sonsuza kadar onu bırakmayacak bir anı daha kazınmıştı kirli harflerle bedenine.
Zafer ölümündü, çiçek ise katledilendi. Ölüm çiçeği bir daha yüzünü güneşe dönmeyecekti, dönemeyecekti. Çünkü ailesi buna izin vermeyecekti. Yapraklarını ilk koparan babası ve annesi olacaktı. Bunu gören insanlar, ona asla acımayacaklardı. Yapraklar birer birer kopacaktı, çiçek her geçen gün ölüme daha çok yaklaşacaktı.
"Bugün 19 Ağustos Melek Hanım." Dedi gözleri dolarken.
"Geçen sene bugün, babam beni terk etti. Onu bir daha asla görmedim, bugün yetim kaldım ben, bugün boğuldum. Bir daha asla nefes almadım."
Yanılıyordum, çiçek ölüme yaklaşmıyordu. Çiçek çoktan ölmüştü.

'Sen, inandığım, dayandığım, her yaşım ve kahramanım sen.
Beni bu karanlık dünyada hayal kırıklığıyla bıraktın.
Bense büyümeyi 17 yaşımda seninle bıraktım.'  Dedi şiirini okurken göz yaşlarıyla. Lavinya, büyümeyi 17 yaşında babasıyla bırakmıştı. Toprağın bol olsun küçük Lavinya, tanrı seni korusun.

KİMSE BİLMEZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin