Kalp atışım... Duyabildiğim tek şey buydu. Bilincim açıktı ama gözlerimi açamıyordum. Bana ne olmuştu? En son o dükkandaydım. Dur biraz, şimdi hatırlıyorum. O isimsiz kitapta yazan cümleyi okuduktan sonra yer sarsılmaya başlamıştı ve bende bayılmıştım. Sanırım deprem olmuştu ve bende panik atak krizi geçirip bayılmıştım. Şuan bir hastanede olmalıydım. Gözlerim yavaş yavaş açılmaya başladı ve gördüğüm manzara ile şoke oldum.
Hastanede değildim. Bir ormanda, uçurumun kenarında yerde yatıyordum. Panikle yattığım yerden doğruldum. Hayal görüyor olmalıydım. Böyle bir şey mümkün değildi. Etrafıma bakındım. Sadece upuzun ağaçlar vardı. Ve asıl garip olan şuydu ki Nisan ayında olmamıza rağmen ağaçların yaprakları sararmış ve dökülmüştü. Tedirginlikle ayağa kalktım. Daha bir adım atmıştım ki ayağımın altında hissettiğim acıyla ufak bir çığlık attım. Ayağımda ayakkabı yoktu! Ayrıca üzerimdeki kıyafetler de evden çıkarken giydiğim kıyafetler değildi. Evden çıkarken bir pantolon ve bluz giymiştim. Şimdi ise üzerimde uzun bir elbise vardı. Elbisenin güzelliği insanı büyüleyecek cinstendi. Kirli beyaz bir elbiseydi bu. Tam bir kraliyet elbisesiydi. Elbiseden gözlerimi ayırıp etrafımı incelemeye başladım. Uçurumun ardında uçsuz bucaksız bir deniz vardı. Ormanda ise kurumuş ağaçlardan başka hiçbir şey yoktu. Ne yapacağımı düşünmeye başladım. Burada oturup bekleyecek miydim yoksa ilerleyip bir çıkış yolu mu bulacaktım? Hava kararmaya başlamıştı. Değer burada öylece beklersem gece başıma birşey gelebilirdi. Ama yürürsem belki bir kulübe bulabilirdim. Ya da bir insanla karşılaşırdım ve bana yardım etmesini isterdim. İlerlemeye karar verip hava kararmadan temkinli adımlarla ilerlemeye başladım.
"İlk başta daha önce hiç görmediğim bir kitapçı buluyorum. Daha sonra isimsiz bir kitabın içinde yazan bir cümleyi okuyup kendimi bir ormanda, uçurumun kenarında buluyorum. Tanrım! Bu bir şaka olmalı. Sanırım fantastik kitap okuma işini biraz abarttın Carla. "evet, kendi kendime konuşuyordum. Bu ormanda üç saate yakın bir süredir yürüyordum ve ne sığınabilecek bir yer bulmuştum ne de bir insan görmüştüm. Delirmeme ramak kalmıştı ve bende delirmemek için böyle bir yöntem bulmuştum. Yaklaşık 20 dakikadır kendimle konuşuyordum. Çok yorulmuştum. Ayaklarım yara bere içinde kalmıştı. Ve havanın kararmış olması da beni oldukça ürkütüyordu. Sürekli uzaklardan kurt uluma sesleri duyuyordum. Acıkmıştım ve de susamıştım. Ama ilerleyip buradan kurtulmanın bir yolunu bulmalıydım. Mızmızlanmanın zamanı olmadığını kendime hatırlatıp yoluma devam ettim.
Yaklaşık yarım saat daha yürüdüm. Güneş artık tamamen batmış, karanlık çökmüştü. Yolumu sadece ay ışığı ile bulmaya çalışıyordum. Ama daha fazla ilerleyecek gücüm kalmamıştı. Geceyi burada geçirmek zorundaydım. Yatmak için yaprakları kenara doğru atıp kendime bir alan oluşturmaya başladım. Tam bu sırada çalılardan gelen bir sesle kaskatı kesildim. Sesin ne olduğunu anlamak için hareket etmeyip sesin geldiği yöne doğru kulak kesildim. O sırada hiç beklemediğim bir şey oldu. Ben sesin nereden geldiğini anlamaya çalışırken bir anda bir el kolumu yakalayıp boynuma bir kılıç dayadı. Metalin soğukluğunu her zerremde hissediyordum. Kurtulmak için çırpınmaya başladım ama ben çırpındıkça kılıç boynuma baskı yapıyordu. Ben kurtulmak için debelenirken çalıların arasından simsiyah giyimli beş adam çıktı. İçlerinden en iri olanı yanıma yaklaştı.
"Sende kimsin yabancı?"
"Bırakın beni! Kimsiniz siz?"
Beni tutan adam iri olana döndü ve ;
"Onu ormanda dolaşırken buldum. Ada halkından değil. Onu öldürmeliyiz!" diye adeta haykırdı. Ne yani? Sırf buralı değilim diye beni öldürecekler miydi? Bunu yapamazlardı. Benim onlara biçbir zararım dokunmamıştı. Hemen bu adamların elinden kurtulmalıydım. Ama nasıl? İri olan adam sanki birşeyden şüphelenmiş gibi beni inceliyordu. Çatık kaşlarla yanıma geldi ve sertçe çenemi kavradı. Canımı yanmıştı ama sesimi çıkarmamıştım. Boynumun sağ tarafına baktığında şoka girmiş gibi donakaldı. Ne gördüğünü merak etmiştim ama şuan bunu düşünecek bir konumda değildim. Boynuma dayalı keskin kılıç hareket ettikçe canımı acıtıyordu. Kıpırdamamak benim için en iyi seçenekti.
"Böyle birşey olabilir mi?" dedi iri olan adam anlamaz gözlerle ona bakıyordum.
"Atları hazırlayın,onu yüce krala götüreceğiz. O ne yapacağını bilir." dedi arkasındakilere. Arkadakiler hemen hareketlendi. Kralın yanına mı? Tanrım, nereye düşmüştüm ben? Buradan bir an önce kurtulmalıydım. Nasıl kurtulacağımı düşünürken ağaçların arasından bir hışırtı duydum. Ağaçların arasına baktığımda bir silüet gördüm. Bunu adamlar da farketmiş olacak ki hepsi o tarafa doğru baktı. Beni tutan adamında dikkati dağılmıştı. Elime kurtulmak için bir fırsat geçmişti ve bu fırsatı iyi değerlendirmeliydim. Hazır dikkati dağılmışken beni tutan adamın karın boşluğuna dirseğimi geçirdim. Benden böyle bir hamle beklemediği için sersemleyip elindeki kılıcı yere düşürdü. Hemen yerdeki kılıcı alıp vargücümle koşmaya başladım.
Tabii, adamların beni farketmesi uzun sürmedi. Onlarda peşimden koşmaya başladılar. Olabilecek en hızlı şekilde koşuyordum ama arayı açamıyordum. Normalde hızlı koşan biriydim ama onlar peşimden atla geldikleri için arayı hemen kapatıyorlardı. Eğer yakalanmak istemiyorsam mantıklı düşünüp bir kurtuluş yolu bulmalıydım. Ağaçların sık olduğu tarafa doğru koşarsam belki izimi kaybettirebilirdim. Kalan son gücümle ormanın sık olduğu tarafa doğru koşmaya başladım. Fakat üzerimdeki elbisenin uzunluğu ve ayağımda bir ayakkabı olmaması beni bir hayli zorluyordu. At koşturmalarının seslerini artık daha yakından duyuyordum. Bir an önce izimi kaybettirmeliydim.
Artık koşmaya macalim kalmamıştı. Tam teslim olacaktım ki ben ne olduğunu bile anlamadan güçlü bir el beni karanlık bir yere çekti. Tam bağıracaktım ki işaret parmağını dudaklarına götürüp susmamı işaret etti. Ona güvenmelimiydim bilmiyordum ama o an başka çarem olmadığını hatırlayınca mecburen sustum. Atların yanımızdan geçtiğini duydum. Korkudan nefesimi tutmuştum. Sesler kesilince dışarı bakmak için hareketlendi ama yanımdaki adam beni kolumdan çekip içeri fırlattı. Ona sinirle bakıyordum. Neyseki bu karanlıkta yüzümü göremiyordu. Ama bende onun yüzünü göremiyordum. Yüzünü seçemiyordum. Seçebildiğim tek şey bir çift gri gözdü.
Bu bölümü nasıl buldunuz?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOTERİA (Milvus Adası)
Fantasía"Sonu görünmeyen sisli bir yolda ilerlemeye başlamıştık, yolun sonunda ne ile karşılaşacağımızı hiçbirimiz bilmiyorduk. Belki bir savaş bekliyordu bizi, belki mutlu bir son. Belki can alacaktık bu yolda, belki can verecektik. Dedim ya, sisliydi bu y...