Başımın üzerinde hissettiğim acı bilincimin açılmasına neden oldu. Bilincim açılmıştı ama gözlerimi aralayamıyordum. Bana neler olmuştu? Bir şeyler hatırlıyordum fakat herşey pusluydu, hiçbirşey tam değildi. Sanki biri zihnime girmiş ve yaşadığım anıların bir kısmını bana unutturmuştu. Belki de başımın üzerindeki bu sızı hatırlamama engel oluyordu. Hiçbirşeyi algılayamıyordum. Etrafta konuşan insanlar olduğunu anlamıştım ancak ne konuştuklarını anlayamamıştım. Sanki sesler denizin derinliklerinden geliyordu. Gözlerimi açılmaya zorladım. Ve başardım da. Fakat etrafı tam olarak net göremiyordum. Artık sesler daha belirgindi. Arkadaşlarımın seslerini duyduğumda rahatlamış hissettim. Tam o an hatırlamadığım. düşündüğüm tüm anılar zihnime akın etmeye başladı. Hatırlıyordum. O muhafızın beni öldürmeye çalıştığını, kaçmaya çalıştığımda ise beni bir ağaca doğru fırlattığını ve ardından arkadaşlarımın gelişini. Kafamı ağaca çatptığım zaman aldığım darbe bayılmama neden olmuş olmalıydı. En son hatırladığım şey Chris'in muhafıza birşeyler söylediğiydi. Diğerlerine özellikle adamın ölmemesi gerektiğini söylemişti. Peki ama neden? Neden onu öldürmemişlerdi. Beynim bu sorularla dolup taşarken görüşümün netleştiğini farkettim. Zihnim çok iyi durumdaydı ama bedenim için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Kolumu kıpırdatacak kadar bile gücüm yoktu. Çok halsiz hissediyordum. Yapamayacak durumda da olsam kafamı kaldırıp etrafa bakmak için kendimi zorladım. Bir mağaranın içindeydim. Daha doğrusu içindeydik. Bonnie, Alex ve Edward da buradaydı. Diğerlerini göremiyordum. Dışarıda olmalılardı. Bonnie ve Edward uyuyordu. Bonnie kardeşinin omzuna yatmıştı. İkisinin de yüzlerinde huzurlu bir ifade vardı. Sanırım güzel bir rüya görüyorlardı.
Kafamı Alex'e çevirdim. Bir taşın üzerine oturmuş elindeki tahta parçasını İsviçre çakısı benzeri bir bıçak yardımıyla yontuyordu. Dalgın gibiydi. Boynunda bir bandaj vardı. Sanırım muhafızın boynunda açtığı yara yüzündendi. Bir an elim başıma gitti. Başımın üzerinde, yaranın olduğu bölgede bandaj vardı. Ayrıca kolumdaki yaraya da yeni bir bandaj sarıılmıştı. Bu yara ne zaman geçecekti acaba? Ne zaman iyileşmeye yüz tutsa o anda birşeyler oluyor ve yara tekrar açılıyordu. Artık yarama daha çok dikkat etmem gerekiyordu. Aksi takdirde uzun bir süre daha benimle olacaktı. Ayağa kalkmaya yeltendiğim sırada başıma giren sızı ile birlikte dudaklarımdan hafif bir inilti çıktı. Çıkardığım ses Alex'in bana dönmesine neden oldu. Uyandığımı görünce yüzüne bir gülümseme yerleşti ve bana doğru yürümeye başladı.
"Uyanmışsın! İyi misin? Kendini nasıl hissediyorsun?" Gülümseyerek ona cevap verdim.
"İyiyim, sadece başım biraz sızlıyor ve biraz da halsizim. Onun dışında bir sorun yok." Gözlerim boynuna gitti. "Sen iyi misin peki? Boynun nasıl?"
"İyiyim ya, çok önemli bir şey değil zaten. Çok derin değil yara."
"Diğerleri nerede?"
"Dışarıyı kontrol etmeye çıktılar. Birazdan gelirler." Tamam anlamında başımı salladım. Hala çok halsiz hissediyordum. Fakat az önceki halime nazaran daha iyiydim. Gözlerimi kapadım ve halsizliğimin geçmesini umdum. Zaten şuan yapabileceğim başka birşey yoktu.
Zihnimi boşaltıp rahatlamaya çalışıyordum fakat beynimin içinde dolaşan düşünceler buna engel oluyordu. Bundan sonra başımıza neler gelecekti? Evet, karşımıza çıkan muhafızları alt edebilmiştik, ama bu büyülü diyarda başımıza her türlü şey gelebilirdi. Daha amacınızı ne olduğunu bile tam olarak bilmiyorduk. Kral William'ı yenmemiz gerektiğini biliyordum. O zaman hem ada halkını hem de kendi ruhlarımızı kurtarabilirdik. Fakat önce kralın ada üzerinde uyguladığı lanetin ne olduğunu bulup o laneti kırmalıydık. Peki, bunu nasıl yapacaktık? Bu lanet, tam olarak nasıl bir lanetti? Böyle bir lanet için çok büyük bir güç gerekiyor olmalıydı. Sanırım, bizi beklediğimizden kat kat daha büyük ve zorlu bir macera bekliyordu. Bu yolda elimizdeki en büyük şey umuttu. Evet, hepimizin umutları çok yüksekti. Öyle ki hepimiz adayı kurtaracağımıza emindik. Bunu yapmak için de umudumuzu asla yitirmemeliydik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOTERİA (Milvus Adası)
Fantasy"Sonu görünmeyen sisli bir yolda ilerlemeye başlamıştık, yolun sonunda ne ile karşılaşacağımızı hiçbirimiz bilmiyorduk. Belki bir savaş bekliyordu bizi, belki mutlu bir son. Belki can alacaktık bu yolda, belki can verecektik. Dedim ya, sisliydi bu y...