mingyu ile konuşmamızın üzerinden bir hafta geçmişken okuluma geldi. bahçe kapısının diğer ucunda bekliyordu ve yanımdaki soobin de dahil herkesin gözü ondaydı. bense yerimde durmuş ciddi misin der gibi ona bakıyordum.
beni fark ettiği an hızla harekete geçti ve bahçeye girdi. ardından da cesur adımlarla bana ilerledi. "selam." tek omzuna astığı çantanın askısını iki eliyle de sıkıca kavramış, yüzüne aptal bir tebessüm yerleştirmişti. "kusura bakma, habersiz oldu biraz. aşağıdaki meslek lisesi ile maçımız vardı da. sana da uğramak istedim."
"maç nasıldı?" diye sordum, onu çok da üzmemek için. iyi çocuktu, üzülmeyi hak etmiyordu cidden de.
"aldık." dedi gülerek. "iyiyizdir biz basketbolda. bir ara lütfen izle."
"niye?" dedim alayla. "kendine aşık etmeye mi çalışacaksın beni?"
"beni sahada görüp de aşık olmayan bir tane insan tanımıyorum." dedi o da, kendisinden oldukça emin bir biçimde.
güldüm ve başımı iki yana salladım. soobin'e baktım. ciddiyetle süzüyordu mingyu'yu. "soobin, bu mingyu. kolejden bir tanıdık. mingyu, bu da soobin. sınıf arkadaşım."
resmi bir şekilde selamlaştıklarında yürümeye başladık. ikisinin arasında ilerliyordum. soobin oldukça sessizdi. mingyu'dan hoşlanmadığı bariz belliydi.
"otobüse bineceksin değil mi?"
"aslında seninle eve kadar yürümek isterdim." diye mırıldandığında soobin ilk kez konuştu. "yok, ben yürürüm onunla." kolunu omzuma attı ve kendisine çekti beni. "hadi birader, sana iyi günler."
mingyu da ben de şaşkınlıktan herhangi bir şey söyleyemedik. duraktan uzaklaştığımızda soobin'e baktım şaşkınlığımı belli edercesine. kaşları hâlâ çatıktı.
"sevmedim amına koyayım." dedi. ağzına öyle çok küfür almayan soobin, küfrediyordu. gerçekten sevmemiş gibi görünüyordu. "çocuk bildiğin yürüyor sana."
"benden hoşlanıyor zaten." önce adımları yavaşladı. kaşları usulca havalandı ve sinirli ifadesi şaşkın bir ifade ile yerini değiştirdi. bana baktığında omzumu silktim. "mingyu benden hoşlanıyor. bunu saklamıyor da zaten, biliyorum niyetini endişelenme."
dudaklarını ıslattı diliyle. kolunu omzumdan çekmişti. ne söyleyeceğini merakla bekledim. "sen? ya sen?"
"amaan," ellerimi ceplerime sokup önüme döndüm. sallana sallana yürümeye başladığımda peşime düştü. "iyi çocuk, hoş çocuk falan ama... benim ona karşı ilgim yok. kendisi de biliyor, dürüstçe söyledim. deniyor işte sadece."
yavaşça kolumu tutup durdurdu beni. "kai, ilerde hoşlanabileceğin biri mi o?"
"sanmam." yine de cevabım onu tatmin etmedi. kolumu bırakıp önüne döndü. kalan yolu sessizce yürüdük.
önce onun evine vardık. apartmana girmeden önce durup bana baktı. bir şey söylemeden apartmana girdi sonra da. kaşlarım havada yüzüme kapanan kapıyı seyrettim bir süre boyunca. neydi böyle davranmasına sebep olan acaba? beni mi kıskanmıştı? mingyu'yu ona söylemediğim için miydi yoksa kızgınlığının sebebi?
tam gitmek için hazırlanmışken vazgeçip karşımdaki binaya yöneldim. onların ziline bastığımda kapı saniyesinde açıldı. içeri geçip koşar adım merdivenleri çıktım.
soobin henüz girmemişti içeriye. annesi de o da bana şaşkın gözlerle baktılar. nefes nefese konuştum. "benimle eve yürüyecektin, mingyu'ya öyle dedin." derin bir nefes alıp tamamen dikleştim. "sözünü tutacak mısın yoksa mingyu'yu arayıp çağırayım mı?"
sırtındaki çantayı hızla çıkarıp annesine verdi. "kai'i bırakıp gelirim anne."
"yemeği de bizde yer teyze," diye ekledim ben de. "bekleme sen onu."
annesi güldü ve tamam diyerek bizi uğurladı.
merdivenleri kullandık aşağı inerken. apartmandan henüz çıkmamışken soobin yavaşça tuttu bileğimi. kaşlarımı kaldırıp ne oldu dercesine yüzüne baktım.
"kai, ben sana söz verdim."
"ne sözü?"
yutkundu. "başka kimseyi senden çok sevmeyeceğimin sözü..." bedenimi tamamen ona çevirdim ve şaşkınlıkla gözlerine bakmayı sürdürdüm. "sen de söz ver. benden başkasını çok sevmeyeceğine dair söz ver kai. her an biri seni benden alacak korkusuyla yaşamak istemiyorum. lütfen..."
kalbim, her kelimesi ile hızını artırdı. yanaklarım da, kulaklarım da yanmaya başlamıştı üstelik. ne söyleyeceğimi bilemedim. bir dakika boyunca dudaklarım aralandı aralandı kapandı. soobin umutla gözlerime bakıyordu bu esnada da. bir an önce konuşmamı istiyordu ama hareketlerini ve sözlerini yanlış yorumlamaktan korktuğum içindi o anki tereddütümün sebebi. yanlış anlayıp da hem kendimi hem de onu kırmaktan korkuyordum.
"soobin..." dedim alçak bir sesle. ses tellerim tıpkı kirpiklerim gibi, dudaklarım ve ellerim gibi titriyordu.
en sonunda biraz alaya almaya ve o anki tuhaf atmosferi dağıtmaya karar verdim. "aşık mısın lan sen bana?" dedim gülüp omzuna hafifçe vururken. ne benim gibi güldü ne de bana katılarak alaya aldı.
gözlerinde gördüğüm bariz hayal kırıklığı karşısında tamamen susup endişeyle gözlerine baktım. daha çok kırmıştım değil mi böyle yaparak?
"sana aşık olsaydım," dedi. dudaklarını ıslattı. devam edip etmeme konusunda kararsız olduğunu net bir biçimde gördüm. "tepkin ne olurdu?" gözlerini yere indirdi ve tutmakta olduğu bileğimi bırakıp geri çekildi. apartman duvarına sırtını verdi ve bileğini ovmaya başladı. "beni bir daha görmek istemezdin değil mi? sen hep... hep en yakın arkadaşların sonradan birbirine aşık olmasını garip bulurdun. bu nasıl arkadaşlık be, derdin kesin yüzüme yüzüme. şunu da derdin kesin: "bunca zaman ben sana dostça sarılırken sen bana o gözle mi baktın?" kesin derdin. seni tanıyorum..."
dişlerimi deli gibi sıktığımı fark ettiğimde sakinleşmek adına derin bir nefes aldım. "peki ya-" kafasını kaldırdığında susuverdim. sesim de cesaretim de içime kaçmış gibiydi adeta. titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. "peki ya," dedim tekrardan. bu sefer sesim titriyordu. "en başından beri sana dostça bakmayan kişi bensem..? senin tepkin ne olurdu soobin?"
-
Merhaba Esra tarafından bölüm atmak için görevlendirildim ksjdkwjx
Dersleri yoğun olduğu için offline oldu yakında döneceeek

ŞİMDİ OKUDUĞUN
fal # sookai
Fanfictionkai kahve falı baktırıyor ve falında yakın arkadaşı ile alakalı birtakım şeyler çıkıyor. [ texting + duzyazi ]