17. KESTİM ONLARI

238 28 5
                                    

Keyifle,

Mabel Matiz - Gel

Pinhani - Bilir O Beni

17. KESTİM ONLARI

Okyanusun içerisinde acımasızca kıvrılan bedenimin gözlerinde, intikamın en koyu tutkusu vardı. Zihnimden sızıp avucuma damlayan acılarım, grinin en acımasız tonuyla renklendirilmişti. Yakınımdaki kiliseden duyduğum çan sesleri, gökyüzün inlemeleriyle bir bütün olmuş, kulağımın içerisinde acımasızca sevişerek dans ediyorlardı. Ruhumun bacaklarına bir pranga dolanmıştı, o pranganın ucundan damlayan göğsümün acımasız ateşiydi ve damlalarıyla bir bütün olarak ayaklarımın altında bir yangın yeri oluşturuyorlardı.

Avuçlarıma verilen bıçakla ilk önce ne yapacağımı bilememiştim, sonra yaramaz zihnim, kendime ördüğüm en acımasız duvarın üstüne sürttürmeye başlamıştı bıçağın körelmiş yüzünü. Böylece hem bıçak bileniyor, hem de duvarlarım yıkılıyordu. Duvarlarım bir gölge gibi, akrep ile bir bütün oluyor, yelkovanı oyun dışı bırakarak üstüme yuvarlanıyordu; zamana bıçak çekercesine. Boğazıma dolanan ejderhanın çatallı dili, bana hükmederek beni yere deviriyordu ve o zamandan başka hiçbir tutunacak dal bırakmıyordu bana.

Zihnimin ücra köşelerine gömdüğüm anılarım beni yıllardır bitirmekten başka hiçbir şeye yaramıyordu. Bazen düşünürken kendimi papatya dolu bir tarlada tek başıma kalmış lavanta gibi hissediyordum. Burnumun kemerine dolan sızı, ağlamamak için kendimle verdiğim savaşın sadece bir alt göstergesiydi. Tamamıyla hissizdim, tüm varlığım hissizdim ve elimden gelebilen tek şey kenara ya da bir köşeye çöküp ağlayabilmekti. Kulaklarımı ağartan bir melodi, kulaklarımın en eşsiz köşesinde kıvrak belini hareket ettirerek dans ediyordu.

Daha hiçbir şeydi yaşadıklarım, daha hiçbir şeyini bile görememiştim. Gözlerim kör olmuştu, kulaklarım sağır, dilim lâl, burnum koku almaz olmuştu ve tek elimde kalan bilenen bıçaklardı. O bıçaklar öyle keskindi ki, intikamın ezgisiyle yanıp tutuşmaması için hiçbir sebebim yoktu. Onu tam intikam almam gereken kişilerin kalbine saplamak istiyordum, tam da kalplerine ama artık avuçlarımda hiçbir derman kalmamıştı, zihnimde sadece anılarımın nabzı nüksediyordu:

Ufak sesimle çığlıklar atmaktan başka hiçbir şey gelmiyordu elimden fakat artık onlar da silinmişti ruhumdan. Öylece gözlerimi yummuş, soğuk koridorun soğuk tabanına boylu boyunca yatmış, karnıma değen tekmelerin seslerini duyuyordum. Belki abim olsa kurtarırdı beni ama o da yoktu ki, çoktan gitmişti. Annem Aylin'i tutuyordu, annem sadece tutmayı biliyordu zira eğer tutmasaydı, Aylin babama saldıracaktı ama tutuyordu. Cılız bedenime değen her bir tekme, karnımın altına yara yapmıştı, her biri; ruhumu göremiyordum bile. Gözlerim sımsıkıydı ve o sesleri duymamak için ellerimi sertçe kulaklarıma bastırmıştım. Ağlamamak için acılarıma dileniyordum lâkin nafileydi, gözyaşlarım usul usul dökülüyordu yanaklarımdan. Babamın bana ettiği küfürler çığırıyordu kulaklarımda. "Orospu mu olacaksın sen başıma? Ne işin var o herifle!"

Konuşamıyordum çünkü konuşacak dermanım kalmamıştı. Bacaklarım sızlıyordu, morluğu geçmemiş bacaklarım öyle çok sızlıyordu ki. Ne desem bitmişti cümlelerim, cümleleri bilemeye başladığım bıçağımın kör ucuyla kesmiştim. Babam bana acımıyordu. Babasının acımadığı kıza başka kim acırdı ki? Arkamda beni koruyacak bir babam bile kalmamıştı. Ben sökülüyordum, ruhumun kılıfı yavaşça sökülüyordu.

Sadece elini tutmuştum bugün ve sadece okul çıkış saatinden yarım saat geç gitmiştim eve. Sadece bir kafede beraber oturup sohbet etmiştik, sadece bu kadardı. Genç bir kızdım ve hiçbir şey yapmıyordum, sevgilime gülemiyordum bile; sevgilim bile olamıyordu benim. Gerçi ruhum bile yoktu, kalbim bile yoktu, değil mi? Kalbimin olmasına bile izin yoktu. Bu eve beş dakika da geç gelsen o dayağı yiyecektin, iki saat de geç gelsen o dayağı yiyecektin.

DÖVÜŞ OYUNU | MÂHÎ BİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin