Hyunjin beni bir resim atölyesine getirmişti. Küçük bir daireydi esasen. Her yere saçılmış boyalar, tuvaller, fırçalar, karakalem çizimler... Etraf bunlarla doluydu. Hyunjin'in resim çizdiğini duymuştum ama bu kadarını beklemiyordum.
Elinden tutarken etrafa ağzım açık baktığımdan bu halime güldü. Ona döndüm.
"Tüm bunları sen mi çizdin?"
"Hm, beğendin mi?"
"Sorman hata." gözüme çarpan bir tuvale doğru ilerledim, duvara asılıydı. Çok güzeldi... Birbirine sarılan yaşlı bir çiftin resmedildiği bu tuval yağlı boyayla yapılmıştı. Hyunjin yanıma geldi resme bakarken, "Sadakati temsil ediyor."
"Sadakat mi?"
"Çok yaşlılar, elleri bile doğru düzgün tutmazken birbirlerine sımsıkı sarılmışlar. Birbirlerinden vazgeçmemiş, her zaman birlikte hareket etmişler. Şimdi de son nefeslerini sayarken yine ayrılmıyorlar."
Birlikte yaşlanmak... Buydu ya önemli olan. Partnerini yarı yolda bırakandan sadakat beklenmezdi ama bu resimdeki gibi gözünün önündeki görmeyene kadar birlikte yaşayıp kalp gözüyle görmeye başlayanlar da vardı. Onlardan gerçek sevgi öğrenilirdi.
Hyunjin'e bakıp gülümsedim.
"Buruşuk bir teyze olduğumda da elimden tutacak mısın acaba?"O da gülmüştü.
"Şu turuncu saçların bembeyaz olsa bile tutacağım. İki bunak yaşar gideriz."Kıkırdayarak kafamı iki yana salladım. Hyunjin elimden tutarak dairenin ortasına doğru ilerleyerek yuvarlak tabureye oturdu. Önünde boş, beyaz bir tuval vardı. Boyalarla lekelenmeyi bekliyordu.
"Gel."
Beni dizinin üstüne oturttuğunda sertçe yutkundum. Tebessüm etti, sol kolunu belime sarıp gözlerimin içine baktığımda parmak uçlarımdan saç diplerime kadar utandığımı hissettim. Öne eğdiğim başım yüzünden birkaç tutam saç önüme düşmüş, Hyunjin onları eliyle geriye itmişti. Çenemden tutup başımı kaldırdı.
"Yüzüme bak; gelmiş geçmiş en güzel manzarayı çizeceğim."
Fırçayı eline aldı, tam bir profesyonel gibiydi. Hatta gibisi fazla. Dışarıdan bakınca kesinlikle yılların ressamı derdiniz onun için. İşlerini kavgayla dövüşle halleden, patronu için adam kaçırma gibi suçlara bulaşan, sinirlendiğinde tek bir bakışı ile sizi korkutan o adam değildi.
Sessiz, sakin, anlayışlı, düşünceli ve mantıklı; bu işte gerçek Hyunjin.
Joo ile tanışmayan tarafı.
Ben onu izledim o beni çizdi, dakikalar böyle geçip giderken kaç kere göz göze baktığımızı sayarak zamanı geçirmiştim. Bu yüzden resmi ne zaman tamamladığını anlamamıştım bile. Üstümüz başımız boya olmuştu.
Boyanın bulaşmadığı tek bir tarafı kalmayan fırçayı palete bıraktı. Bana baktı, önce güldüğünde anlamamıştım ama yüzümdeki kısım kısım renklerden dolayı olduğunu anlamıştım. Kendisine baksın, o benden beterdi...
Çenemden tutup tuvale bakmamı sağladı. Ağzım açık kalmıştı. Bir saat oldu olmadı, nasıl bu kadar iyi çizebilmişti!
"Bu... Çok başarılı."
Gülümsedi, yanağıma bir öpücük bıraktığında ona döndüm. Belimdeki tutuşunu sıkılaştırıp diğer kolunu da sarmış ve başını boynuma gömmüştü. Tenime bulaşan boyayı hissedebiliyordum. Elimi saçlarına götürdüm. Sessizliğin huzurunu yaşıyorduk.
"Sen yokken senin dışında başka hiçbir şey çizemedim, şimdi sen buradasın ama hala seni resmediyorum. Bana ne yaptın böyle?"
Sessizce güldüm ve burnumu saçlarına sürterek mentollü şampuanın kokusunu içime çektim. Asıl ben merak ediyordum; Hyunjin bana ne yapmıştı da böyle yarım akıl olmuştum?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DAUGHTER | Hwang Hyunjin
FanfictionMeg, Güney Koreli bir anne ve Endonezyalı bir babanın tek kızıydı. Annesi kariyerini ailesine tercih edip Kore'ye döndüğünde Meg on yaşındaydı. Yaklaşık sekiz yıl sonra Bayan Joo yüksek statüsünün verdiği güç ile kızını kaçırmış ve velayet davası so...