Hayatta bazen bazı şeyler çok basitti. Yani, en azından bana denilene göre basit olmalıydı. Hayatımın hatırlayabildiğim en eski günlerinden beri -ki normale göre bilincimi çok daha erken kazanmıştım- duyduğum şey tam olarak buydu. Benden istenilen her şey 'basit' olarak tanımlanırdı. 'Sanat okuluna gitmeni istemiyoruz, senin ailemize yakışır bir doktor olman gerekiyor.' dedikleri gün ilk kez sözlü şekilde avcunu karşı çıkmıştım onlara. Onlar ise bana basitçe sadece benim iyiliğimi düşündüklerini, sanat okuluna gidersem adına toplum tarafından dışlanmamaları için ressam denen bir işsiz olacağımı söylemişlerdi.
Ailemin isteklerini karşılamak için dünyaya getirilmiş bir robot olduğumu ilk kez, arzuladığım okul olan sanat okulu yerine sağlık alanındaki başarısıyla tanınmış bir liseye başladığım gün anlamıştım. Ailemin dediğine göre bu oldukça basit bir şey olmalıydı, değil mi? Tüm bu siktiğimin zorlamasıyla yaptığım şeyler bir tek bana basit gelmiyordu herhalde.
Eğitimim konusunda da (diğer her konuda olduğu gibi) ailemin istediğini yapmış, en iyi tıp fakültesini kazanmış ve birincilikle bitirmiştim. Yalan yoktu, işimi şu an çok seviyordum ancak o zamanlar okumanın bana işkence gibi geldiğini inkar edemezdim.
Şimdi, Türkiye'nin en çok aranan beyin cerrahlarından biriydim. Uzman Doktor Jülide Sezen Aktaş. Ailem, benim başardığım diğer her şeyde olduğu gibi bu sükseli ismimin de mimarlarının kendileri olduklarını iddia ediyordu. Bu yüzden bana karışmayı her zaman, her yerde hak görmüşlerdi.
Sanırım artık yirmi dokuz yaşına gelmiş, günde rutin olarak birkaç kişinin beyninde milimetrik hesaplarla oynamalar yapan bir kadın olduğumu unutuyorlardı. Beni artık kandıramayacaklarını bencilliklerinden kör oldukları için fark bile edememişlerdi ancak bugün onlara bunu bir daha unutamayacakları şekilde öğretecektim.
Saat yaklaşık öğleden sonra dörttü ve ben tüm İstanbul'un adını bildiği o meşhur kuaförlerden birindeydim. Sağ elime manikür yapılıyordu, ben ise sol elimle dün hastanedeki kargaşadan dolayı yarım kalan hasta raporlarımdan birini yazmakla meşguldüm. Genellikle sağı tercih etsem de iki elimi de aynı yetkinlikte kullanabildiğim için çok şanslıydım, bu saçma sapan manikür olayından kaçışım yok gibi görünüyordu çünkü.
Sanki düğüne gelenler dibime girip tırnaklarımı inceleyecekti.
"Sana inanamıyorum!" Benden beş yaş küçük erkek kardeşim Selim'in yüksek sesinin bulunduğum özel odada yankılanmasıyla istifimi bozmadan özenle raporumu yazmaya devam ettim. "Evleniyorsun abla, evleniyorsun. Şu haline bak, sanki düğün benim düğünüm." Önüme geçti ve huysuz yaşlı teyzeler gibi ellerini belinin iki yanına koyup bana onaylamaz gözlerle baktı. Bakışlarındaki alayı bir tek ben görebiliyordum. "Evlenen insanlar düğün gününde hasta raporu yazmaz."
"Ben sadece evlenen bir insan değilim." dedim gözümü birkaç saniyelik aralıklar dışında yazdığım rapordan ayırmazken. "Ben aynı zamanda Jülide Sezen'im ve Jülide Sezen hiçbir koşulda ona güvenip hayatını emanet eden hastalarını ihmal etmez."
"Aman, ihmal etsen tıpta uzmanlık incilerin dökülür zaten." diyerek son kez iğneledi ve ardından benimle bu konuda inatlaşmamayı seçti.
Birkaç adım atarak karşımdaki rahat görünümlü siyah deri koltuklardan birine oturduğunda gözleri elimle uğraşan görevlideydi.
"Kahraman'ı gördüm gelirken." Yüzüne bir bakış attığımda gördüğüm muzip ifade Kahraman'la yine ölümüne dalga geçeceğini belli ediyordu. Maalesef ki ona bu konuda kızamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MANEVRA I
RomanceO gece, mesleğindeki başarıları ve etkileyici güzelliğiyle nam salmış Uzman Doktor Jülide Sezen Aktaş'ın ailesinden alacağı bir intikam vardı. Planları günün sonuna dek tıkır tıkır işlemişti; ta ki, daha yirmili yaşlarının başında, yolunu kaybetmiş...