Bölüm şarkısı: kırık pena - bulutlara ağıt.
Kendimi bildim bileli, her şeyiyle sevebildiğim, gözlerim kapalı güvenebildiğim tek bir kişi vardı.
Doğrularına ve yanlışlarına, kimi zaman en gürültülü hâllerine ve çoğu zaman da iki dudağının arasında mıh gibi sakladığı sessiz kelimelerine, sayabilmek için ömrümü dahi verebileceğim ve fakat bir türlü uzun uzun bakmama müsaade etmediği kirpiklerine deliler gibi aşık; günün en çok karanlık saatlerini sevdiğine inanan benliğime inat, kumral tenine değen güneşe hayrandım.
Oysa siyah uzun saçlarımdan pek hoşlanmazdı, bilirdim. "Kestirsene," demişti bir keresinde. "Belki o zaman daha hoş görünür."
Kahverengi gözlerime bakmayı da hiç sevmezdi mesela. İnsanlarla göz göze gelmekten nefret ederdi. Ama bu konuda onu asla suçlayamazdım. Takıntılı küçük bir çocuk misali ölesiye bağlı olduğu bazı batıl inançları vardı çünkü, bu da onlardan biriydi. Zaten birkaç saniye fazladan bakışsak ben de kendimi tutamaz salya sümük ağlamaya başlardım, nedenini anlamazdı ama bilirdi işte. Gariptik ve fakat böyle büyümüştük; birbirimizi farklılıklarımızla kabul ederek ve saygı duyarak yaşamıştık onca sene.
Ne zaman ağlamaya başlasam ne yapacağını şaşırırdı. Yara bere dolu ellerini göz altlarıma götüremez, yaşlarımı silmekten ölesiye kaçınırdı. "Yaşadığının belirtisi onlar." derdi. "Yaşa."
Onun bakış açısına göre nefes almak gibi saçmalıklar, gözyaşlarının aksine bir insanın yaşadığının göstergesi olamayacak kadar sahteydi. O zamanlar anlamazdım ne demek istediğini, ne denli manidar sözcükler sarfettiğini yeterince kavrayamazdım. Aylar sonra; yalnızca nefes almaktan ibaret, gözleri artık ağlayamayacak kadar kurumuş ve hislerine bile ulaşamayacak kadar solgun bir bedene dönüşeceğimden haberdar olsaydım şayet, o günlerin değerini daha iyi bilir ve demek istediklerinin daha kolay farkına varırdım.
Arkasındaki yıkık dökük binanın sağlam kalan tek duvarına yaslanmış, yavaşça yere çökmüştü. Nefes nefeseydi ve alelade bir hamleyle elindeki küçük paketi pantolonunun cebine sıkıştırıvermişti. Bir dizini kendine çekmiş, diğerini ise boylu boyunca uzatmış karşısında duran bitkin bedenime bakıyordu öylece. Kenarından kan sızan dudaklarında yan bir gülüş peyda olurken dağınık saçlarını daha da karıştırıp kafasıyla yanını işaret etmiş ve "Otursana." demişti. Cevap verme gereği duymadan yanındaki kirli zemine yerleştiğimde çoktan sol kolunu dizine yaslamış ve diğer eliyle de bir sigara yakmıştı bile kendine. Derin bir nefes çekip sessizce bana uzattığında ifadesiz bakışlarım karşılamıştı mavilerini. Aldırış etmemeyi tercih etti, hep böyle olurdu işte. Hiçbir şey olmamış, her şey yolundaymış gibi.
Uzattığı sigarayı elime alırken gözlerimin önüne dökülen birkaç tutam saçımı özensizce kulağımın arkasına sıkıştırmış ve "Dudağındaki kanı sil." diyebilmiştim sadece. Elimden gelen bundan fazlası değildi çünkü. Ben, bu kadardım.
Üstündeki siyah kot ceketin koluyla dudaklarını rastgele temizlerken sırıtmaya başlamıştı. "Dikkatine hayranım." dedi sonra omuz silkerek. Kaşlarım çatıldı, sinirlendim ve hatta gözlerim dolmaya başladı istemsizce. "Hâlâ alışamamış olmanı anlayamıyorum." dedi. Az önceki laubali tavrına oranla şu anki ses tonu buz gibiydi. Ciddileşmişti. "Normalleştirmektense alışamamayı tercih ederim." dedim elime verdiği sigaradan bir nefes daha çekerken ve dumanı ondan olabildiğince uzağa üflemeye çalışıp konuşmaya devam ettim. "Sen de alışma."
"Alışmazsam bu suçluluk duygusu ruhumu öylesine kemirir ki, geriye benden hiçbir şey kalmaz. Bazen kolaya kaçmak gerekir, bunu sen de biliyorsun."
Biliyordum. Biliyordum bilmesine ama hep en engebeli yolları seçiyor, ruhumun oturduğum zeminden bile daha kirli bir varlığa evrilmesine ses çıkaramadığım için her geçen gün kendimden daha da nefret ediyordum.
Bitmek üzere olan sigarayı tekrar ona uzatırken hafifçe gülümsemiştim. "Böyle beyaz kalıyorsun, değil mi?" diye sorduğumda küçük bir kahkaha kaçırdı dudaklarının arasından. "O kadar kolay değil." deyip ayaklandığında sigarayı yere atıp ayakkabısının ucuyla söndürmüş, iki elini hızlıca birbirine sürterek kendi imkanlarıyla temizlemeye çalışmıştı.
"Hadi gidelim." dedi sonra tek elini bana uzatarak yerden kalkmamı beklerken. "Sabah olmak üzere."
🪷
17/09/1997
"Rüzgar'ım. Çok mu tuhaf oldu sana böyle seslenmem? Evet.. evet ama olsun, böyle başlamak istiyorum. Sonuçta burada sınırları korumak zorunda değilim, belki de hiç okumayacaksın yazdığım satırları. O yüzden, önemi yok.
Saat an itibariyle sabahın beşi ve bu sana ikinci mektubum olacak. Üzgünüm, uzun zamandır yazmıyordum.
Bugün çok dolu bi' gündü ve ben yarım saat öncesine kadar, tam kapanmak üzereyken tekrar ve tekrar açılan, asla iyileşemeyen yaralarına pansuman yapmakla meşguldüm. Bilirsin, uykusuzluğa katlanamayan ben, şu an yorgunluktan bayılmak üzereyim. Gözlerim kapanıyor, yazımın çirkinliğine katlanamayabilirsin diye birazcık kısa keseceğim bu kez.
Zaten sadece, bir itirafta bulunmak için yazıyorum bugünün mektubunu.
Bu gece, gözlerimin içine bakarak kahkaha attın ve ben ilk defa, seni öpmek istedim. Kendimi o kadar suçlu hissediyorum ki, fark ettin mi acaba diye düşünmekten kafayı yiyeceğim. Bununla nasıl başa çıkacağım, bilmiyorum.
Sonumuz nasıl olacak sence? Her anlamda, bunu çok merak ediyorum.
Cevabın olumlu olması için uyumadan önce bolca dua edeceğim. Kendine iyi bak ve n'olur artık yaralanma."
-Eylül.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
talihsiz caddelerde şans kovalıyorum
Teen Fiction"Bazen yürüyüşe çıkıyorum geceleri. Talihsiz caddelerde şans kovalıyorum bir sokak kedisi gibi. Biri görür de belki nasıl olduğumu sorar diye umutlanıyorum. Sen bile sormazken üstelik. Bir aptal gibi, umut ediyorum." Not: Kitabı okumaya başlarken ta...