Bölüm şarkısı: teoman - güzel bir gün.
"En kayıtsız insanların bile içinde hassas noktalar vardır. Yaşamla da ölümle de dalga geçen, tamamen kaybolmuş ruhların bile dalga geçemeyeceği şeyler vardır."
Edgar Allan Poe - Kızıl Ölümün Maskesi.
Hava iyice kararmış, belki de saat gece yarısını bile geçmişti. Saatlerden, birbirini kovalayan dakikalar ve saniyelerden birhaber; dört duvar arasına sıkıştığım odamda kırık beyaz bir tebeşirle kendi çemberimi çizmiş ve onun dışına ise katiyen çıkmamıştım. Korku, zaman algımı esir almış ve beni dehşet verici bir bilinmezliğe sürüklemişti gün boyu. Sonrasında, konuşmasına gerek bile kalmadan beni tek bir nefes sesiyle sakinleştirebilen o kişi, usulca ilişmişti yanıma. Yalnızlık nedir bilmeyen yüreğime korku tohumlarını kendi elleriyle eken o değilmiş gibi, hoş bir gülümsemeyle yıkıp geçirmişti her şeyi. Başlangıcım ve sonum yalnızca ondan ibaretti. Bu ürkütücü bağımlılığım, bizim için artık alışılagelmiş bir durumdan farksızdı.
Bu yolda yürümekten ve burada yaşamaktan öylesine nefret ediyordum ki; attığım her bir adımda, sokak lambasının loş ışığıyla dahi aydınlanabilen mahallenin en karanlık tarafı olmakla yüzleşmek canımı ölesiye yakıyordu. Karanlık olan bizzat bendim ve bu benim seçimim değil; yaşamak zorunda bırakıldığım hayatın bana sunduklarıydı. Sırf bu yüzden olsa gerek, ömrüm boyunca resmettiğim hiçbir tablo siyahlara bulanmış bir hâlde çıkmamıştı insanların karşısına ve asla da çıkmayacaklardı.
Sokak, her zamanki gibi fazlasıyla ıssızdı ve derin bir sessizlik çökmüştü yeryüzüne. Öyle ya, ayakkabılarımızın asfalt zeminde çıkardığı tok ses hariç hiçbir şey duyulmuyordu. Ortam yeniden ciddileşmiş gibi hissediyordum ve bu da beni yavaş yavaş germeye başlamıştı.
Bakışlarımı sessizce ona çevirdiğimde ifadesiz yüzü ve boş bakan mavileriyle yolu seyrettiğini görmüştüm. Evden çıktığımızdan beri dalgındı. Aklından neler geçtiğinden düşüncelerinin arasına karışan tilkilerin rengine varana dek onun hakkındaki her şeyi bilmek istiyordum. Beyaz tenindeki belirgin morlukları öpesim geliyor, sağ elinin üstünde yıllar önce yer edinen yara izini küçükken yaptığım gibi çizimlerimle süslemek istiyordum.
Ani bir farkındalıkla duraksadım. Eline her baktığında gözlerini dolduracak, kalbini sızlatacak bir izden ziyade yüreğine iyi gelecek anlamlı bir hatıra görmesini diledim. Ve zamanı geldiğinde bu anıyı yaratabilecek o kişi olmayı.
Aklımda yer edinen fikir beni delicesine heyecanlandırırken bunu ona anlatmak için bakışlarımı gözlerine odaklayıp konuşmaya başlayacağım esnada, dakikalardır üzerine düşündüğüm eli ani bir hamleyle bileğime sarılmıştı. Yüzümdeki gülümseme yaşadığım şaşkınlıkla donup kalmış, bedenim buz kesmişti. Sözlerim, bir anda beni kendisine çekmesi ve sokakta yankılanan yüksek korna sesiyle kesilmiş, kelimeler kati bir kararla dudaklarımın arasına saklanmıştı. Alnım omzuna çarptığında sıkıca koluna tutunup farkında olmadan gözlerimi yummuştum. "Dikkat etsene." dediğini duymuştum sonra, yükselen sesindeki endişe kendini çok net belli ediyor ve yanımızdan son hızla geçip giden arabanın teker sesleri kulağımı tırmalıyordu.
"Ölmek mi istiyorsun, Eylül?" demişti yaslandığım omzunu düşürüp, kuruyan dudaklarının arasından titrek bir nefes bırakırken.
Kendime gelmem birkaç saniyemi alsa da hızlı davranabilmiş ve "Yani," demiştim omuz silkerek. "bazen ölesim gelmiyor değil."
Bedenini sinirle benden ayırıp önden önden yürümeye başladığında gülerek arkasından koşmaya başlamıştım. Bu hâlleri gözüme öyle tatlı geliyordu ki, aşkımdan öleceğim sanıyordum.
Hızlı adımlarını asla durdurmaması beni daha da güldürürken "Ya!" demiştim ceketinin ucundan yakaladığımda. "Şakaydı tamam, yavaşla."
01/10/1997
"Sence anılar kalpte de saklanabilir mi, yoksa sadece beynimizin hatırlamayı tercih ettiği anlardan mı ibarettir hatıralarımız?
Ben, ikisinin de mümkün olduğuna inanıyorum.
Güçlü hafıza bir cehennemdir, bilirsin. Çocuklukta alınan bütün yaraları hâlâ açık tutan, her seferinde bile isteye kazıyıp kanatan ve bundan ziyadesiyle memnuniyet duyan bir iblis misali. Günler, aylar, yıllar; zaman hızlı geçer ve fakat her şey kayıt altındadır. Omuzlarda dehşet verici bir ağırlık, asla yok olmayan ve hatta aksine, gün geçtikçe daha da ağırlaşmayı kendine görev edinmiş bir yüktür yalnızca. Güçlü hafıza, kimi zaman tanrının insana en büyük kötülüğü, kimi zaman da paha biçilemez güzellikteki hediyesidir.
Zayıf bir kalpte saklanan her bir hatıra, vakti geldiğinde gizlendikleri yerden günyüzüne çıkıp kişinin travmalarını düşüncesizce tetiklemekten başka bir işe yarar mı? Hiç sanmıyorum. Önce, derin bir sızı. Belki birkaç damla kan lekesi. Bazen küçük birkaç yara izi. Sonra, dinmek bilmeyen gözyaşları.
Rüzgar, insanlar hatıraları saklamak için yüzlerce fotoğraf çekiniyorlar şimdilerde. Ne kadar garip, değil mi? Küçüklük resimlerine bakıp özlem giderenlerin bile var olduğunu duydum. O günlere geri dönmek isteyenler, yüzlerinde kocaman bir gülümsemeyle pervasızca geçmişi ananlar. Tüm bunlar, fazla garip. Çünkü bilirsin, bizim çocukluğumuz benim için oldukça puslu, tek bir fotoğraf karesi dahi yok. Şayet olsaydı da, ilk işim yakarak ondan kurtulmak olurdu.
Güçlü hafızan seni çok yoruyor, değil mi?
Hatırlıyorsun. Akşam sayımlarında kirli sakallı adamların karşısında birer birer dizildiğimiz günleri, avuçlarımız boş olduğunda korkuyla bacaklarımızın titreyişini. Yediğimiz acımasız dayakları ve vücudumuzdaki yara izlerini. Bazı geceler, çok para getirdiğimiz için Yekta'nın yüzünde peyda olan nahoş gülümsemeyi. Hatırlıyorsun, değil mi?
Tüm bunlar, canlanıyor mu hiç aklında? Tanrım, bu nasıl bir cehennem?
Şeytan, insanı gördü. Kan, kemik, kalp ve bolca acizlik. İyiye gözlerini kapadı. Zalimlik ne demek, insana öğretti. Zaman geçtikçe kendisinden bile kötü bir varlıkla karşı karşıya kalacağını hiç tahmin etmedi."
-Eylül.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
talihsiz caddelerde şans kovalıyorum
Teen Fiction"Bazen yürüyüşe çıkıyorum geceleri. Talihsiz caddelerde şans kovalıyorum bir sokak kedisi gibi. Biri görür de belki nasıl olduğumu sorar diye umutlanıyorum. Sen bile sormazken üstelik. Bir aptal gibi, umut ediyorum." Not: Kitabı okumaya başlarken ta...