[Bölüm 4] Kendini Beyazlara Boya

44 6 7
                                    

Bölüm şarkısı: kaylee lauren - not enough.

Ey sevgilim, bilirsin benim ne çektiğimi:
Garip başımın derdi bir yürek taşıyorum.
Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı:
İçinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum.
Görünce gülme sakın çırpınıp aktığımı:
Ilık ve aydınlık bir denize koşuyorum.

Sen benim sevgilimsin, sevsen de, sevmesen de, aradığım yerlere benzeyiş buldum sende.

Sabahattin Ali - Öyle Günler Gördüm Ki.

Sabahattin Ali - Öyle Günler Gördüm Ki

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

'Bugün 27 Eylül 1997. Günün sonunda mektup yazmaya mecalim kalır mı bilmiyorum. Sen yine de, beni hisset. En çok bugün ihtiyacım var sana.'

Yıllar önce terk edilmiş gibi görünen, zaten ıssız olan sokaktan geçen tek tük birkaç kişinin kafasını kaldırıp bakmaya dahi yeltenmediği yıkık dökük bir bina. Çocukken sokakta geçirdiğim her bir gece için bana uzaktan arsızca göz kırpan eski bina. Yılın her günü içinde fırtınalar koparken dışarıda değişen mevsimlere inat güneşin bir defa bile uğramadığı bir cehennem.

Kirli kapıyı iğrenç bir gıcırtı sesiyle açarken içeride kopan çirkin kahkahalar ve belli belirsiz çocuk sesleri. Hepsini duyuyorum. Kulaklarımı ellerimle sıkı sıkıya kapatıp yere dizlerimin üzerine çökmek, sesler dinene kadar merdivenin bir kenarına sessizce oturup bağıra bağıra ağlamak istiyorum. Birinci kata geldiğimizde ise son merdivende duraksıyorum, bacaklarımda bir adım daha atacak derman kalmıyor; o an yirmi bir yaşım, dokuz yaşımla karşılaşıyor. Dağınık saçlarını okşayacak tek bir ele muhtaç çocukluğum, bir köşeye sinmiş sesi duyulacak diye ağlamaya bile korkarken kalabalığa ayak uydurmaya çalışıyor, görüyorum. Geçmişimde takılı kalan gözlerim, bacaklarıma bir adım daha atmaması için yalvarmaya başlıyor sanki. Hissediyorum. Oysaki her şey bir rüya, bir sanrı gibi.

Son bir yıldır buraya hiç uğramadığımın, onun benim için buraya defalarca yalnız başına gelmek zorunda kaldığının ilk kez şu an farkına varıyorum. Bencilliğim öyle bir çarpıyor ki yüzüme, midem bulanıyor; kendimden bir kez daha nefret ediyorum. Rüzgar buna nasıl dayanıyor?

Sonra omzumda bir el hissediyorum. "Eylül.." diyor küçük bir kız çocuğuyla konuşur gibi kelimelerini tane tane seçiyor, dikkatlice sıralamaya başlıyor sonrasında. "İçeriye gelmek zorunda değildin." Ses tonu öylesine naif, öylesine berrak ki; karşısında diz çöküp özürler dilemek isterken buluyorum kendimi. "Zorundayım." diyebiliyorum sadece. "Hep zorundaydım."

Saniyeler birbirini kovalarken zaman geçiyor, gülüşme ve bağırış sesleri gitgide daha da artıyor, lâkin düşüncelerim asla susmuyor. İkinci kata çıkarken kirli merdivenlerin her an yıkılacak gibi görünen trabzanına yaslanmış on üç yaşlarındaki bir kız çocuğuyla göz göze geliyorum. Kıyafetleri yırtık, ela gözlerinde tek bir ifade, tek bir his yok. Boş bakışları karşısında ezildiğimi hissedebiliyorum. Gerçeklerle yüzleşmek öylesine ağır geliyor ki; iç sesim bir yandan "Yalnız değilsin." diye sayıklarken, diğer yandan avuç içlerim terlemeye, ellerim titremeye başlıyor.

"Ona yardım edemezsin. Senin gücün kendine bile yetmiyor."

Bakışlarımı kaçırıyorum, ona hiç denk gelmemişim gibi yanından geçip gidiyorum. Arkamdan hayal kırıklığıyla mı bakıyor, yoksa o da alışmış mı bu hayata? Bilmiyorum. Böylece zaten simsiyah olduğunu düşündüğüm ruhumda tek bir beyaz nokta bile kalmadığına emin oluyorum.

🪷

Üçüncü kattaki kahverengi kapının karşısında dikilmeye başladığımızda, düşüncelerim bir bıçakla acımasızca kesilmişçesine anında son bulmuştu. Anlık gelen farkındalık ve bedenimi saran gerginlik, beni adımı dahi unutturacak raddeye getirmiş; göz bebeklerimi korkudan titreyen bir kuş misali savunmasız bırakmıştı. Kapıyı iki kez tıklatmış, kulaklarımıza dolan tok bir "Gel." sesiyle buz kesen bedenlerimizi sanki her şey yolundaymışçasına araladığımız kapıdan içeriye atmıştık korkusuzca.

Tozlu masanın arkasında büyük bir özgüvenle oturan adamın bakışları gözlerimi bulduğunda soğukkanlılığımı korumak zordu. Yekta Güngör. Yer yer ak düşen kara sakalları, biçimsiz kaşları, pis bakışları ve gittikçe artan kırışıklıkları yerli yerindeydi. Hiç değişmemişti. Yüzünde geniş bir gülümseme peyda olurken Rüzgar ilgiyi üzerine çekmek ister gibi hafifçe öksürmüş ve elindeki zarfı masaya bırakarak "Geçen haftanın hasılatı." demişti kısaca. Oysa masadaki paraya gözünü bile çevirip bakmamış, ayaklanıp ağır adımlarla yanıma gelerek kollarını belime sarmıştı. "Güzel kızım benim." demişti kirli sakalları yanağıma batarken. "Hoş geldin. Gözümüz yollarda kalmıştı."

Kalın sesiyle gür bir kahkaha patlattığında; ellerim iki yanıma düşmüş, ruhum sanki bedenimden çekilmişti.

Karşımdaki karanlığa gömülmüş denizin dalga sesleri eşliğinde bir sigara yakmış, kumlara öylece kendimi atıp uzanıvermiştim

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Karşımdaki karanlığa gömülmüş denizin dalga sesleri eşliğinde bir sigara yakmış, kumlara öylece kendimi atıp uzanıvermiştim. Çıplak ayaklarıma kadar uzanan suyun sert çıkışları; ruhumdaki yaralara tuz basıyor ve fakat dudaklarımdaki sahte gülümseme ustalıkla yerini korumaya devam ediyordu. Üstümdeki hırka kuma bulanmış, saçlarım ise rüzgara yüzsüzce karşı çıkmaya kalkışmış oradan oraya salınıyordu. Sağ elime aldığım sigaradan derin bir nefes çekerken, beni hayatımı bu şekilde yaşamaya mecbur bırakan herkese lanetler savuruyordum içten içe.

Yerimde biraz dikleşip oturur konuma geldiğimde elim istemsizce cebimde yer edinen büyük miktardaki uyuşturucuya gitmişti. Simsiyah gözleri sanki hâlâ önümdeymiş gibi aniden belirirken irkilmiştim. "Bir hafta mühlet veriyorum." demişti biz odadan çıkmadan hemen önce, lütfeder gibi.

Küçük bir kahkaha attım. Rüzgar yanımdaki boşluktaki yerini alırken elindeki birayı yudumluyordu. Ruh hâli değişimlerime alıştığından mıdır bilmem, gülmemi garipsememişti bile.

"Biliyor musun?" dedim omuz silkerek. "Biz bir sikim beceremeyiz."

Bu, hayatımda yaşadığım en çaresiz kabullenişti.

"Senden dolayı değil." dedim hemen sonra, beni yanlış anlamasından korkar gibi. Elindeki biraya uzanıp bir yudum aldıktan sonra kendimi açıklayabilmek için devam ettim konuşmaya. "Ben zayıfım, Rüzgar. Hakikatten kaçmasam, kendimi gerçeklerin ortasına, yangının içine bile atsam kurtulamam. Öylesine güçsüzüm ki; ruhumu onların eline vermeden kurtaramam kendimi. Ki bu da zaten kurtuluş değil, ölüm olur sadece."

Bakışlarını ani bir hamleyle bana çevirdiğinde "Çok çabuk pes ediyorsun." dedi. Sesindeki duyguyu anlamak zordu. "Sana, kolay olmayacak, demiştim. Ben hep kolaya kaçtım; ya benim gibi bu duruma alışır suçluluk duymazsın ya da kendini o karanlığa gömersin, demiştim." dedi.

"Eğer kurtulmak istiyorsan önce alışacaksın ki, kendini beyazlara boyayabilesin."

talihsiz caddelerde şans kovalıyorumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin