Bölüm şarkısı: sedef sebüktekin - unutmam lazım.
"Ben de herkes gibi günlük sevinçlerin, heyecanların akışına kapılıp gidemez miyim? Neden olaylar, benim üzerimde silinmez izler bırakıyor?"
Oğuz Atay - Tutunamayanlar.
Saat gece üç civarıydı ve bomboş sokakta ağır adımlarla yürümek terapi gibiydi ruhuma. Dudaklarımdaki yara kurumuş, tahminimce rimelim bol bol akıp berbat bir görüntü yaratmıştı. Yarı yolda delicesine yağmur bastırmıştı ve sırılsıklam olmuştu belime uzanan saçlarım. Eve gitmek ise katiyen gelmiyordu içimden. Şayet eve girersem dört duvar üzerime üzerime gelecek, akıl almaz bir güçle boğacaktı beni; biliyordum. Ne zaman yalnız olsam bütün gece uyanık kalır, saatlerce düşünürdüm. Bu hayatta başıma gelebilecek en korkunç özelliği taşıyor ve buna katiyen engel olamıyordum. Çoğu zaman fani dünyada cehennemi yaşıyor, düşündükçe dibe batıyordum. Belki de bu yüzdendi ona olan hayranlığım; gözlerimin içine bakması bile kafamı susturup düşüncelerimi kendine bağlamasına yetiyordu. İçim gidiyordu her defasında. Tanrı onu benim huzur bulmam için mi çıkarmıştı karşıma? Sanıyorum ki öyleydi.
Yaklaşık bir saat önce baştan savma bir mesaj atmış, bu gece gelemeyeceğini ve bir işinin çıktığını söylemişti. Hoş, ikimiz de biliyorduk ki işten kastı yalnızca başka bir kadından ibaretti. Yine alenen aramıza aşılamaz bir sınır çekmiş, kabaca bizden olmayacağının altını çizmişti. Nasıl olduğumu dahi sormaya yeltenmemiş, bir cevap beklemeden çevrim dışı olmuştu.
Anahtarımı almayı unutmuşum, demek istedim. Ve sırf yanıma gelsin diye arsızca yalanlar söylemek.
Lâkin tek yapabildiğim kabullenmekti.
🪷
Çok geçmeden eve girip duşumu almıştım ve şimdi salonda koltuğa kıvrılmış öylece uzanıyordum. Bakışlarım sakince tavanda geziniyor, gözyaşlarım akmamak için son gücüyle savaşıyordu. Karanlık odada bir başıma olmak her seferinde canımı bu kadar yakacak mıydı? Kendime acımayı ne zaman bırakacaktım? Belki de pes etmeliydim, onu da zor durumda bırakıp arkadaşlığımıza zarar vermeye hakkım yoktu; biliyordum.
Çelik kapıdan gelen anahtar sesiyle kaşlarım çatılırken gözlerimi sıkıca kapatmış, uyuyor gibi görünmek istemiştim. Uyumayıp onu beklediğim düşüncesiyle kendini suçlu hissetsin istemedim. Rüzgar, böyle biriydi. Ona dair her şeyi kendimden iyi biliyordum. Alışkanlıklarını, üzüldüğünde elleriyle oynayışını ve hiçbir şey yapmasa bile her daim kendisinde suç arayabilecek kadar alçakgönüllü oluşunu.
Önce sessizce yanıma geldiğini, sonra koltuğun yanında diz çöktüğünü hissettim. Nahif parmak uçları saçlarımın arasında dolaştı, öleceğim sandım. Burnuma bir kadın parfümü doldu, ellerim titreyecek diye korkumdan tırnaklarımı avuçiçlerime geçirdim. Alnıma yumuşak bir öpücük bıraktı, dayanamayıp gözlerimi araladım. Dudaklarında imalı bir gülümseme belirirken "Biliyordum." dedi. "Uyumadığını anlamıştım."
Söylediklerinin üzerinde durmayıp "Hoş geldin." demeyi tercih ettim, fısıldar gibi çıkmıştı sesim.
"Dudağına ne oldu?" dedi, alacağı cevaptan korkar gibi gözlerime değdi titrek bakışları. "İş kazası." diyebildim bir tek, zaten sormadan önce de gayet iyi bildiğine emindim. Mavilerini kaçırdı, özür diledi birkaç kez. Fazlaca boğuk çıkmıştı sesi. Ayağa kalkıp arkasını döndüğünde eline uzandım, bileğini tuttum gitmesin diye. Saniyeler içerisinde koltukta oturur konuma gelirken "Dileme." dedim net bir şekilde. Boşta kalan elimle sehpaya uzanıp orada bıraktığım siyah tükenmez kalemi elime aldığımda elimi bileğinden çekip yanımı patpatladım. Anlamadığı için şaşkınlığı her hâlinden belliyken sağ elimi kaldırıp, havada salladığım elimin üstüne bir bakış attım anlasın diye. "Onun yerine yanıma otur ve yara izinin üzerine çizim yapmama izin ver."
Yavaşça yanıma oturduğunda dudaklarında tatlı bir tebessüm vardı. "Küçüklüğümüzdeki gibi." dedi belli belirsiz bir heyecanla. "Evet." dedim ben de onu tekrar ederken. "Küçüklüğümüzdeki gibi."
Yara izinin kenarlarında özenle gezdirmeye başladım kalemi ve usul usul yayılmaya başladı siyah boya beyaz teninde. Dakikalarca sessizlik hakim oldu odaya, ikimiz de konuşmaktan kaçtık birer korkak gibi. Düz çizginin kenarlarında ahenkle dolaşan, ona sarılıp sıkı sıkıya bağlanan bir sarmaşık çizdim eline. Geçen gece beni aniden yolun ortasında durdurup ölesiye heyecanlandıran düşünceyi eyleme dökmüş olmamın vardiği naçizane mutluluk işledi yüreğime.
Ona kırıldığımı belli etmektense görmezden gelmeyi seçmiştim. Bugün olanlar hiç yaşanmamış gibi davranmayı ve biraz dahi olsa gün boyu benden uzak duran mutluluğu tatmayı. Fakat çizim bittiğinde, içine düştüğümüz rüya da son buldu.
Gözyaşlarım daha fazla tutunamadı anlık huzura ve ortak oldu acizliğime.
Kalemi sehpaya geri bırakırken bakışlarım cesareti reddedip karşıdaki duvara kilitlendi. Öyle ya, bütün cesaretim dudaklarımın arasına hapsolmuştu. "Pes ediyorum." dedim keskin bir hamleyle ve böylece ömrüm boyunca söylemekte en çok zorlandığım iki kelime bir hiçmiş gibi terk etti dudaklarımın arasını. "Vazgeçiyorum artık senden."
Sessizdi. Kahvelerim ise onun gözleriyle buluşmak için hâlâ fazlasıyla korkaktı.
"Bunca zaman sana yaşattığım ikilem için özür dilerim, Rüzgar. Böyle olmasını istemezdim." susup derin bir nefes alırken kendimi zorlayıp gözlerine çevirdim bakışlarımı. "Aşk bize göre bir duygu değil, biliyorum. Bunu kabulleneli çok oluyor aslında. Ama böyle gecelerde, başkasının yatağından kalkıp eve geri gelmeni bekleyebilecek kadar kabullenememişim bir şeyleri. Eksik kalmışım, yeni yeni fark ediyorum. Seni beklerken düşünmekten kusacak gibi olduğumda anladım desem daha doğru ya da. Her neyse." dedim, sesim sonlara doğru kısılmış ve son kelimemden sonra hiçliğe karışmıştı. "Beni asla benim seni sevdiğim gibi sevemeyeceksin, değil mi?"
Bakışları dudaklarıma indi; mavileri koyulmuş, göz bebekleri büyümüştü. Onu hiç böyle görmediğimden olsa gerek, anlam veremedim. Umut edip sonra yeniden yıkılacağım diye ödüm koptu. Oysa sorumu cevaplamak yerine vişne çürüğü rengindeki dudaklarını çatlamış dudaklarımla buluşturmayı seçmişti. Kalbim tekledi, sadece birkaç saniyede öyle bir arzu peyda oldu ki kanımda; öleceğim sandım. Bir elim yanağına, diğer elim ensesine tutunurken yanağımdan süzülen yaşlar nefesimize karışıyordu.
Bir eli belimi okşarken diğer eli nazikçe çeneme tutunmuştu ve alt dudağım ona esir olurken ben anladım ki; onu öpmek, bu dünyada cenneti yaşamaktan farksızdı.
Dudaklarımız cılız bir sesle ayrıldığında alnı alnıma yaslandı ve soluk soluğa konuşmaya başladı.
"Aşk nedir bilmiyorum. Nasıl olur, insan aşık olunca ne hisseder; bilmiyorum. Hayatım boyunca tek bir kişiyi sevdim. O da sendin. Bir tek sana değer verdim. Ama ya aşk değilse bu? O zaman ne olacak? Seni kaybetmeyi göze alamam. Alamam işte, anlıyorsun değil mi beni? Sen hep beni anlarsın. Seni kaybedeceğim diye aklım çıkıyor. Ama dudağındaki yarayı öpmeden de uyuyamazdım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
talihsiz caddelerde şans kovalıyorum
Teen Fiction"Bazen yürüyüşe çıkıyorum geceleri. Talihsiz caddelerde şans kovalıyorum bir sokak kedisi gibi. Biri görür de belki nasıl olduğumu sorar diye umutlanıyorum. Sen bile sormazken üstelik. Bir aptal gibi, umut ediyorum." Not: Kitabı okumaya başlarken ta...