48.

322 31 10
                                    

Isabel her zamanki yerinde - astronomi kulesinin küçük balkonunun demirliğinde - oturuyordu. Kafasını duvara yaslamış, yerden metrelerce yükseklikten aşağı bakıyordu. Kafası o kadar çok düşünce ile doluydu ki Draco'yu ancak yanağına bir öpücük kondurup yanına oturduğu zaman fark edebildi.

" Özür dilerim iksir dersi beklediğimden uzun sürdü. Slughorn gördüğü yerde yapışıp bırakmıyor."

Isabel kafasını bile çevirmedi. Dalgın gözlerle aşağı bakmaya devam etti.

" Belle? Bir sorun mu var?"

Isabel sonunda yaşlarla dolu gözlerini Draco'ya devirdi. Draco bir an ne yapacağını bilemedi. Isabel konuşurken sesinden acı çektiği net şekilde anlaşılıyordu.

" Bilmiyorum Draco bence bunu söylemesi gereken kişi sensin."

Draco onun ne dediğini anlamadı ya da anlamak istemedi. " Anlayamadım?"

Isabel sakinleşmek için ellerini yüzüne kapattı o halde birkaç derin nefes aldı, düşüncelerini kontrol etmeye çalışırken ellerini saçlarının arasında soktu. Sonunda yine Draco'ya bakacak gücü buldu.

" Seni ikinci katın erkekler lavabosunda gördüm. Draco sen... Ağlıyordun. Görür görmez gelemedim çünkü yanımda Arwen vardı hemen ondan kurtulup geldim ama gitmiştin."

Draco'nun yüzünün rengi solmaya başladı, sağ eli saklamak istermiş gibi sol kolunun üstüne kapandı. Isabel gözlerini kaçırıp yine aşağı bakmaya başladı.

" Bir sorun var. Uzun süredir. Bunu biliyorum görüyorum. Sadece senin bana anlatmanı bekledim. " Kesik kesik konuşuyordu, Draco sol kolunu sıktı. " Ama gelmedin Draco. Bana gelmedin, bana derdini anlatmadın. Neden?"

Draco bir an için aşağı atlamayı düşündü. En azından oradan kurtulabilirdi. Sonunda beceriksizce gülümsedi. " Ağlamıyordum Belle... Benim gözüme... toprak kaçmıştı. Şu lanet yaratıklarla dersim vardı. Gözüme toprak kaçtığı için yaşarmıştı. Muhtemelen onu gördün."

Isabel derin bir nefes aldı. " Hayır. Hıçkırarak ağlıyordun Draco. Sen iyi değildin... Neden bana gelmedin? "

Sesinin yalvarır gibi çıkması Draco'nun kalbini sıkıştırdı. " Belle önemli bir şey değildi yemin ederim."

" Boş yere yemin etme!" Sesi artık üzgün değil öfkeliydi. Bu biraz olsun Draco'nun içine su serpti, onu üzmektense kendinsine sinirli olmasını tercih ederdi. " Ağlıyordun! Üzgündün! Hemde uzun süredir! Ama bana tek kelime etmedin. Lanet olsun Draco neden hiçbir şey demiyorsun? Neden bana anlatmıyorsun?"

Öfkeyle demirlerden atlayıp odanın içinde dolaşmaya başladı. " Bunca zamandır senin konuşmanı bekledim. Bana anlatırsın sandım ama yapmadın. Kendi başına üzüldün, kendi başına ağladın. Ben neyim peki? Senin sevgilin değil miyim? Senin yanında olması gereken kişi ben değil miyim? O siktiğimin derdi neyse neden anlatmıyorsun!?"

Öfkeden gözü dönmüştü. Draco'nun üstüne yürüyüp yaşlı gözleriyle doğrudan gözlerine baktı. " Sorun ne? Derdin ne? Neden bana anlatmıyorsun?"

Draco birkaç adım geriledi. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilemiyordu. Bugünün geleceğini bilsede hiç hazır hissetmemişti. " Ben... ben... "

Isabel onun göğsüne sertçe vurdu. " Eğer iyiyim dersen seni kuleden aşağı atarım. Bana doğruları söyle."

Draco ona öylece baktı. Anlatırsa onun da bu işin içine gireceğini biliyordu. Hiçbir şey demeden dururken Isabel gittikçe öfkeleniyordu.

" Seni görüyorum Draco. Mutsuzsun. Masada yüzün gülmüyor, derslerde tatsızsın. Sürekli dalgın ve üzgünsün. Benim yanıma geldiğin zaman taktığın o yalancı mutluluk maskesini de anlayabiliyorum. Mutlu olmadığını biliyorum, lütfen bana derdini anlattı sana yardım edebileyim."

A Little HelpHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin