"Doğru olanı yaptın Ceyhan. Martı bizimle yaşayamazdı. Surat asmayı bırak lütfen."
Ceyhan nihayet Levent'in bitmek bilmeyen ısrarlarına katlanamayıp bu sabah erkenden martıyı aldıkları yere geri bırakmıştı. Bu sebeple tekneye adım attıklarından beri Levent'e surat asıyordu.
"Üzüntümü yaşamama izin ver. En azından surat asıp asmayacağıma ben karar vereyim."
Ahmet Bey tekneyi limandan aldırdıktan sonra yeniden turlara başlamışlardı. Levent için karada veya denizde çalışmanın birbirinden bir farkı yoktu. Ceyhan ise tur rehberliği pozisyonunu ondan kapmış durumdaydı. Şikayetçi değildi, insanlar Ceyhan'nın anlattığı eğlenceli ve sıradışı siren hikayelerini dinlemeyi daha ilginç buluyorlardı.
Yemek yemek için tekne koya demir aldığında Levent mutfakta Ahmet Bey ile balık ve tavuk tabaklarını hazırlıyordu. Ceyhan da birkaç dakika sonra yanlarına geldi.
"Servis tabaklarını koydunuz mu?" dedi Ahmet Bey Ceyhan'a.
"Evet, Can hepsini halletti. Iki kişi de fikrini değiştirmiş, balık yerine tavuk tabağı istiyorlar." dedi mavi saçlı kadın.
Ahmet Bey'in arkasından susması için acı acı yalvaran Levent ve Can'ı anlamadı."Yine mi?" Ahmet Bey'in tepesi attı. Böyle son dakika değişikliklerinden nefret ederdi. "Kaç defa dedik tabaklar sayılı hazırlanıyor diye. Bu şimdi mi söylenir? Şeytan diyor ki zıkkımın pekini- tövbe tövbe..."
"Porsiyonları küçültürsek herkese yeter." Tabaklara kepçe kepçe makarna dolduran Levent hemen öneride bulundu. "Problem değil-
"Niye diğer insanların hakkına girelim? Kalsın öyle. Balık söylediler, balık yiyecekler." Ahmet Bey taviz vermedi. Bugün hey heyleri üzerinde olan tek kişi Ceyhan değildi anlaşılan. Can'ı birkaç kere seçtiği müzikler yüzünden azarlamıştı. Oysaki çalan müziklerin hepsi her zamanki parçalardı. Zavallı oğlanın suratı da asıktı. "Siz hazır olan tabakları götürün, kalanını ben hallederim."
Ceyhanla hazırlanan tabakları tepsilere doldurup yemek bekleyen masalara dağıttılar. Balık yerine tavuk isteyen masaya sıra gelince tatsızlık çıktı. Levent durumu uygun bir dille anlatmaya çalıştı. Daha önce de tura katıldıklarını hatırlıyordu, Sinan ve Sevda çiftiydi. Birkaç hafta önce Sinan Bey'in ayağından deniz kestanesi çıkarmıştı. Bu neden aralarında bir samimiyet olduğu için neyseki olayı fazla büyütmediler.
"Boşver şimdi yemeği." dedi Sevda Hanım kocasına. "Niye geldiğimizi biliyorsun Sinan. Hadi kalk da şu kestaneleri ara."
Sinan Bey huysuzlandı. "Acelesi yok, aç karnına hiçbir şey bulamam."
"Yok mu senin şu boğazın!"
Konuşmaya kulak misafiri olan Levent yan masaya servis yaptıktan sonra çiftin yanına döndü. "Kestaneleri çıplak elle toplamanızı tavsiye etmem. Çok tehlikelidir. Hatta yanına hiç yaklaşmasanız daha iyi." Geçen sefer herkesi paniğe sokmuşlardı. Yine sahil guvenliği çağırmakla uğraşmak istemiyordu Levent. Turun adını lekeleyen bir durumdu.
"Çıplak elle toplamayacağım zaten." sır verir gibi Levent'e yaklaşması için el işareti yaptı Sinan Bey. Sesini sadece onun duyabileceği şekilde alçalttı. "O kestanede mucize var. Ben iyi koşucuyumdur. Doktor diz kapağımda aşınma olduğunu söyleyince 2 yıl önce koşmayı bırakmak zorunda kaldım. Ameliyat olacaktım ancak o kestane ayağıma battıgından beri ağrı falan hissetmiyorum."
Levent bu absürd teoriye nasıl karşılık vereceğini bilemedi. "Doktora gittiniz mi? Bunun kestaneyle ilgisi olduğunu sanmıyorum-"
"Gitmez olur mu?" neyden bahsettiklerini bilen Sevda Hanım heyecanla araya girdi. "Üç kez film çektirdik. Üçünde de dizleri sağlam çıktı. Hatta kemik yaşı bir gençleşmiş. Doktorlar da şaştı kaldılar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
W.A.R.O.
FantasiKötü bir boşanma, başarısızlıklarla dolu bir kariyer ve lekelenmiş bir itibar... Levent, çocukluk arkadaşının yanına taşınmaya karar verdiğinde bu üç parlak madalyayı göğsünde taşıyordu. Siyah ve beyazdan başka hiçbir şey bilmeyen bu adamın yolunu...