Müdür beyin öğretmeni aramasının üstünden ne saniyeler ne dakikalar geçmesine rağmen kapının önünden veya koridordan ses gelmiyordu. İnsanın yapmadığı bir şeyden suçlanması ona çok garip hissettiriyormuş. Boğazından ağzına dökülüvermek için üç beş kelam geliyor. Ancak bir anda düğümleniyor. Ne konuşmana izin veriyor ne de kendini savunmana. Bir şey o an boğazına batıyor oradan da gözlerine vuruyor. "Hayır" diyordum içimden sakince. "Burada olmaz, olamaz." Kapı usulca açıldı ve biricik Sudenaz'ımız içeri girdi. "Hayır" dedim yeniden "Hele şimdi hiç olmaz."
- " Beni çağırmışsınız hoca- ıyy bu hırsızların burada ne işi var?"
Bu cümle söylenirken Elis kendini tutmakta -haklı olarak- çok zorlanıyordu:
-"Bak canım arkadaşımız Aslı. Açıkla işin aslını gidelim şuradan."
İşte benim bildiğim Elis dedim içimden. Hem kendini savunur,ezdirmez hem de bir şeyleri şakaya vurup beni ya da sevdiklerini yumuşatmaya çalışırdı. Ben bunları düşünürken olaydan kopup farklı bir alemde geçinmeye çıkmışım da hiç fark edememişim.
-"Hocam yiaa ben bir şey yapmadım."
Bizim Sudenaz yine her zamanki piyesine başlamıştı:
(Perdeler açılır. Işıklar Aslı'nın üzerindedir. Tiz bir sesten konuşmaya başlar.)
-"Eğer ben bir şey yaptıysam kağıtlar neden bu ikisinin sırasının altındaydı? "
-"Bilmem. İftira atmış olabilir misin bize ya da pardon pardon çamur mu demeliydim?" dedim bir anda. Sesim ilginç bir şekilde hem sakin hem de gür çıkmıştı.
-"Ben çamur atsam neyse de çamur çamurlar tutar mı hiç?"
Ne yani şimdi de çamurlar mı olmuştuk?
Durduk yere?
Vay çıyan vaay.
"HEY" diye bir ses yükseldi aniden. Müdür bey sinirli gibiydi sanki. Sakinleşmesi için bir sürü şey yapmaya razıydım. Papatya çayı yapabilirdim. Çünkü bize biraz da olsa ılımlı yaklaşıyordu. İlk günden beri. En azından diğerlerinden gördüğümüz "siz vebalısınız" muamelesini Müdür beyden görmüyorduk.
-"Yeter. Hocalarınızın yanınızdayız böyle atışmalar yapmaya utanmıyor musunuz? Üçünüz de cezalısınız. Bugün okul çıkışında tüm okulu paspaslayacaksınız!"
Ne!?
Bir dakika ama gerçekten NE!?
Yok yani Müdür beyi papatya çayı da kesmez makas da... En iyisi bu adam dimdirekt papatya tarlasında dönüşsün de azıcık daha mantıklı cezalar verebilsin.
İtirazlar falan derken bir baktık Müdür beyin odasından çıkmışız da gidiyoruz. Ders de bitip yerini teneffüse bırakmış. Sınıfa geçince herkes Aslı'nın başına toplanıp pireyi sordu. O da pireyi deve yaptı anlattı. Yanımızdan gelip geçenin imalı imalı laflar atması da bundan dı demek ki. Herkesin tuhaf ve bize acırlarmış gibi attıkları bakışların gölgesinde ders başladı. Öyle böyle zaman bir anda paspas vaktine geldi.
-"Iyhğ maniküre yeni gittim. Tırnaklarım yapılı. Siz silin de beni de silmiş gibi gösterirsiniz daha sonra."
-"Eldiven tak."
-"Sorry?"
Ah bir de güzelim Türkçemizi böyle ağzını yaya yaya konuşup "SoRrY" diyerek katletmez mi?
-"Eldiven tak diyorum." diye ekleyip bir paspası da onun üstüne attım. Bir baktım beni ilk defa duymuş dinlemiş de harekete geçmiş eldivenli giyiyor.
Efferin len sana!
-"Şu Hasan yok muydu çağırın gelsin o yapsın. Onun işi değil miydi?"
Ah pardon. "Paşamsuzadeoğlulları" olduğu için kendileri o zaten kalkık popişlerini kaldırıp bir iş yapmasın. Aman ha sakın bak. Elinize falan yapışır şimdi. ALLAH korusun.
-"Hasan abiyi mi kastediyorsun?" diye sordum kendimi zaptederekten.
-"Kızın sen kıt mısın, mal mısın? İşi bu olan kaç tane Hasan var? Bir de övünerek söylüyorsun ya Hasan abim de Hasan abim diye."
-"Niye övünmeyeyim?"
-"Ne bileyim işte. Şey ya. Şey işte. Öf aman bu adamın çocuğu olmak istemezdim. Göğsümü gere gere babamın mesleğini söyleyemezdim çünkü. Kimse benimle arkadaş da olmazdı. Sizin gibi bir şey olur çıkardım."
Tepemin tası öyle bir atmıştı ki aramızda kavga çıksa ayıranı ben döverdim.
-"Pardon da" diyerek olaya girmeye çalışıyordum.
-"Sen dersin o zaman göğsünü gere gere. Benim babam mazlumun parasını alıp yemekten ve bizlere yedirtmekten hiç ama hiç çekinmez. Adam mı dövmez adam mı öldürmez. Hele de peşine 'SoRrY' hiç demez"
Bir anlığına onu taklit ederken bile kendimi iğrenç hissetmiştim.
-"Sen fazla dizi izlemişsin. Babam sadece böyle şeyler yapmıyor."
-"Doğru. Senin baban kelle de keser racon da. Belki bazılarına da kabarık bir fatura. Ha?" diyerek ekledi Elis
Tam olarak içimden şunu diyordum:
"Sen benim kızımsın."
-"KES! En azından şu Hasan gibi elin pisliğini temizlemiyor. Ya da sizinkiler gibi- neyse..."
Neyse mi?
Gerçekten ortaya bir bomba bırakıp öylece gidemez. Bir insanın kalbi oyuncak değil. Kırmaz. Kıramaz. Kıramamalı. Hele de bizim kırmızı çizgimiz, hassas noktamızsa konu önce defalarca ölçüp tartmalı ne diyeceğini sonra konuşmalı. Ama ondaki bu naif düşünce neredeeee? Ama ben o lafı ağzına tıkmayı da ona kök söktürmeyi de çok iyi bilirim. Tam söze atılacakken Elis benden hızlı davrandı:-"Bana baksana sen kızım. Sen ne ayaksın da bize bir laf atıp sonra da ortadan 'neyse' diyerek kaçmaya çalışıyorsun? Seni bir tuttum mu?"
Aslı'nın kolunu tuttu.
-"Şuradan bir büktüm mü?"
Kolunu bir büküşü vardı ama offff...
-"Son olarak seni bu kadar güzel paketlemişken tepene bir tane de kurdele taktık mı oldu bu iş"
derken diğer bir taraftan onu ters döndürerek sertçe duvara itip itiraf etmesini sağladı.
Bana kaş göz yaptıktan sonra jeton düştü.
-"Dur. DUR! N'OLUR DUR. Her şeyi ama her şeyi anlatacağım. Ben yaptım. Sizden kurtulmam, düşük alıp hocaların gözlerinden düşmeniz için yaptım. Pişman mıyım? Hayır. En azından siz artık biliyorsunuz. Ama söyleyemezsiniz."
-"Nedenmiş o?"
-"Kanıtın nerede beybisi?"
O an Elis'in kaş göz hareketlerinden anlamamla ses kaydetmeye başladığım bu telefonu suratının tam ortasına 'ŞAAAAK' diye yapıştırmamak için dayanmak zorundaydım.
Telefonu gösterip sallayarak:
-"Çok emin olma gülüm. Sonra bir anda tıs. Havan söner."
Bir kaç adım ona yaklaşdıktan sonra kulağına eğildim ve:
-"Tıpkı şu an da olduğu gibi" diye ekledim ve bir gülümseme kondurdum yüzüme. Zaferin etkisiyle olmuştu bu. Hem ilk defa ona karşı kazanmıştık hem de bu çamurdan kurtulmak üzereydik.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Umut Yıldızı
Teen Fiction"Herkes hep istediğini görür ancak gerçek hep en masumun kalbinde,bu kalbin de en derinlerinde gömülüdür.İnanmak varken neden tüm dünya bize savaş açıyor? Tabii... Çünkü yargılamak inanmaktan daha kolay..." ...