Yunho ve Mingi, salonun bir köşesinde alçak sesle konuşurken Wooyoung, aklından geçen düşüncelerle boğuşuyordu. Gözleri, San’ın kapandığı odaya sık sık kayıyordu.
San için ne yapabilirdi? Nasıl yardım edebilirdi? San, Wooyoung’un gözünde her zaman mutlu olmayı hak eden biriydi. Kalbinin derinliklerinde, San’ın mutluluğunun kendi mutluluğuyla iç içe geçtiğini hissediyordu.
San, eve ilk döndüğünde, onları endişelendirdiği için özür dilemiş ve sessizce odasına çekilmişti. Odanın kapısı ardında kalan San’ın ne yaptığını, ne hissettiğini bilemiyordu. Uyuyor muydu, yoksa sadece yalnız kalmak mı istiyordu?
"Siz bugün burada kalın," dedi Wooyoung, kararlılıkla arkadaşlarına bakarak.
"Koltukta yatarız biz." diye karşılık verdi Mingi, endişeli bakışlarını Wooyoung’dan kaçırarak.
"Buna izin vereceğimi düşünüyor musun, Mingi?" Wooyoung, ayağa kalkarken sorusunu yineledi.
Mingi, Wooyoung'ın taviz vermeyeceğini biliyordu. Başını hafifçe sağa sola salladı, ne kadar inatçı olduğunu çok iyi bilirdi. Wooyoung’ın cevabı beklenmedikti. "Siz benim odamda kalıyorsunuz," dedi ve başka bir şey söylemelerine fırsat vermeden, hızlıca San’ın odasına yöneldi. Kapıyı ardından sessizce kapattı.
San, yatağında küçülmüş, neredeyse görünmez hâle gelmişti. Yüzünü elleriyle kapatmış, hıçkırıklarını bastırmaya çalışıyordu. Wooyoung, yavaşça yanına yaklaşıp yatağın kenarına oturdu. San’ın yüzüne nazikçe dokundu, ellerini yüzünden çekti. San’ın gözleri, gözyaşlarıyla doluydu, yaşlar yanaklarından süzülüyordu. Wooyoung, içini acıtan bu görüntüye dayanamayarak, ellerini San’ın saçlarına götürdü ve hafif okşamalarla onu teselli etmeye çalıştı.
"Neler olduğunu anlatmak ister misin?"
"Şimdi değil," dedi San, gözlerini kapatarak. "Sadece uyumak istiyorum."
"Nasıl istersen..." diye fısıldadı Wooyoung. San’ın başucunda kaldı, onun derin nefes alışlarını dinledi. San’ın nefesi düzenli bir ritme kavuştuğunda, uyuduğundan emin oldu. Usulca yataktan kalktı ve salona döndü.
San’ın yatağı küçük olduğu için ikisi birden sığamazdı. Yoksa onu asla yalnız bırakmazdı.
...
Sabahın erken saatlerinde, Wooyoung, kolundaki rahatsızlık hissiyle uyandı. Kolu feci şekilde uyuşmuştu. Başını yana çevirip koluna baktığında, San’ın başını onun koluna yasladığını, ellerini beline dolamış halde uyuduğunu gördü. Yüzünde uykunun verdiği bir dinginlik vardı. Wooyoung, bu masumiyete bakarken içi ısındı.
"San, kalk" dedi Wooyoung, hafifçe San’ı dürterek.
San, Wooyoung’un belindeki ellerini daha sıkı kavradı. "Kolum uyuştu, kalksana" diye tekrar etti Wooyoung, hafif bir gülümseme yüzünde belirdi.
"Bor şoy olmoz!" dedi San, kafasını Wooyoung’a daha çok bastırarak. Sesi boğuk ve uykulu çıkıyordu. Gece ne zaman yanına geldiğini hatırlamıyordu Wooyoung. San’ın gelişini hissetmemişti bile. Yine de bu yakınlık, içini bir nebze olsun rahatlatmıştı.
"Nasıl hissediyorsun?"
"Harikayım, merak etme." dedi San, gözlerini kırparak. Ancak Wooyoung, San’ın bu cevabına inanmıyordu. Üstüne gitmek istemediği için, ona karşı bir şey söylemedi. San’ın yanından kalktı ve Yunho ile Mingi’nin kaldığı odaya ilerledi. Onları uygunsuz bir anda yakalamak istemiyordu.
Wooyoung, kapıyı çalacaktı ama son anda vazgeçip içeri daldı. Kendi yatağında oynaşmalarına izin veremezdi. Neyse ki sadece uyuyorlardı. Kendi yatağında iki arkadaşını birbirine sarılmış görmek, hafif bir tebessüm oluşturdu yüzünde. Bu rahat görüntüye bakarken içten içe hafif bir kıskançlık hissetti. Onlar için her şey yolundaymış gibi görünüyordu.
Wooyoung, kendi sesine nasıl uyanmadıklarına şaşırmıştı. Kendisi ufak bir sese hemen uyanır ve geri de yatamazdı. Sessizce odadan çıkıp kahvaltı hazırlamak için mutfağa ilerledi. "Ben olmasam aç kalacaktı, köpekler!" diye homurdandı, hafifçe gülümseyerek.