Sabahın erken saatlerinde, Wooyoung güneşin ilk ışıklarıyla uyandı. Her sabah olduğu gibi yataktan kalkar kalkmaz mutfağa yöneldi. Bugün farklı bir heyecan vardı içinde. San ve kendisi için özenle kahvaltı hazırlarken, gözleri sık sık saate kayıyordu. Bugün bakacağı bebek gelecekti ve San’ın bundan haberi yoktu. Wooyoung, küçük misafirin San'ın moralini düzelteceğini ve ona bir meşgale sağlayacağını umuyordu.
San son zamanlarda oldukça durgundu, özellikle ilişkisini bitirdikten sonra içine kapanmıştı. Wooyoung, San’ın bebekle ilgilenerek zihnini dağıtabileceğini düşünüyordu. Ev çoğu zaman fazla sessiz oluyordu ve bu sessizlik, Wooyoung’u da huzursuz ediyordu. Evin içinde çocuk seslerinin yankılanacağını hayal etmek bile onu mutlu ediyordu.
Wooyoung, kahvaltı masasını özenle hazırladıktan sonra, derin bir nefes alarak San’ı uyandırmaya karar verdi. San genellikle derin bir uykuya dalardı ve uyanması zordu. Odasına doğru sessizce ilerlerken, San’ı nasıl uyandıracağı konusunda düşündü. Onu korkutarak uyandırma fikri cazip geldi ama San'a kıyamadı.
San’ın odasının kapısını araladı ve yatağa yaklaştı. San, battaniyesine sarılmış, derin bir uykudaydı. Wooyoung, yavaşça elini uzattı ama San, aniden bileğini yakaladı ve Wooyoung’u yatağa çekti. Wooyoung, küçük bir çığlık atarak yatağa düştü.
"San, ne yapıyorsun? Korkuttun beni!" diye bağırdı Wooyoung, gözleri şaşkınlıkla açılmıştı.
San, bacağını Wooyoung’un üzerine attı ve gözlerini tekrar kapattı. İki dakika geçmeden hafif bir horlama sesi yükseldi. Wooyoung, San'ın bu kadar hızlı uykuya dalmasına hayret etti. Kendisinin uykuya dalması saatler alırken, San’ın iki saniyede horlamaya başlaması ona garip gelmişti.
Yan dönüp başını koluna yasladı, San’a baktı. Parmağını hafifçe San’ın burnuna dokundurup geri çekti. "San, uyansana artık..." diye tekrarladı ve parmağını bir kez daha San’ın burnuna dokundurdu. San’dan bir tepki gelmeyince, Wooyoung onu ittirerek yataktan aşağı düşürdü. Kafasını yataktan aşağı eğerek San’a baktı. Hâlâ uyuyordu.
"Oha ama ya!" diye bağırdı Wooyoung, inanamıyordu.
"Uyanığım, bağırma." diye homurdandı San, gözlerini açmadan.
"Kalk hadi," diye ekledi Wooyoung, yataktan kalkarak mutfağa yöneldi. Çok acıkmıştı ve bir an önce kahvaltı yapmak istiyordu.
Biraz sonra San da mutfağa geldi. İkisi de sessizce kahvaltılarını yaptılar. Ardından bulaşıkları halledip salona geçtiler. Wooyoung, San’ın karşısına oturdu, gözleri heyecanla saate kayıyordu. Hongjoong’un yarım saate kadar geleceğini biliyordu ve bu düşünce onu hem heyecanlandırıyor hem de strese sokuyordu.
San, Wooyoung’un telaşlı hallerini görünce sadece deli olduğunu düşündü. Wooyoung’un dişleri, stresle telefonunu kemirmeye başlamıştı bile.
Zaman geçmek bilmiyordu. Nihayet kapı zili çaldığında, Wooyoung kalbinin hızla attığını hissetti. San’a kapıyı açacağını ve burada beklemesini söyledi. San’ın zaten yerinden kalkmaya niyeti yoktu.
Wooyoung, derin bir nefes alarak kapıya koştu ve açtı. Karşısında Hongjoong ve kucağında küçük bir kız çocuğu vardı. Hongjoong aceleci bir ifadeyle, "Selamlar, acelem var. Al çocuğu, gidiyorum ben!" dedi ve çocuğu Wooyoung’a teslim edip el sallayarak uzaklaştı.
Wooyoung, şaşkınlıkla kollarındaki küçük kıza baktı. Ne yapacağını bilemeden kapıyı kapatıp içeriye, San’ın yanına gitti.
San, Wooyoung’un kucağındaki küçük kız çocuğunu görünce kafasını kaldırdı. Gözleri büyüdü ve şaşkınlıkla bir Wooyoung’a, bir de minik kıza baktı. İkisi beraber çok tatlı görünüyorlardı.
"Bu ne, Wooyoung?"
"Bebek."