~6. Bölüm~

290 10 0
                                    

Ertesi sabah anneannem bizi sokağın aşağısındaki juk restoranına götürdü. Dışarısı serindi. Tam kaynatılmış pirinçten yapılmış lapa yenilecek bir hava vardı. Sonrasında Gyeongbok Sarayı'nın ücret istedikleri için içeri girmedik ancak anneannemle kol kola dolaştık. Muhtemelen her sokak başında yer alan geleneksel Kore kıyafetleri kiralanan yerlerden rengarenk hanbok almış turistlere ve yerlilere bakarak keyifli vakit geçirdik. Annem zamanının çoğunu telefonda iş konuşmaları yaparak geçirdi ancak benim için bu, pek önemli değildi. Bu sayede okula gitmeden önce anneannemle daha çok vakit geçirme şansımız oldu.

Öğle vaktinde anneannem biraz yorulduğu için eve döndük. Sonra 4 saat gibi tek başıma dışarı çıktım. Ertesi gün Seul Sanat Akademisindeki yurda yerleşeceğim için Sinsa-dong'taki bir mağazadan okul üniformamı almam gerekiyordu.

Telefonumdan rota oluşturup metroya doğru yöneldim. Aşağıya indiğimde devasa bir yer altı alışveriş merkeziyle karşılaştığımda çok şaşırdım.

Maruz kaldığım yüzlerce tabela, ses ve koku başımı döndürdü. Farklı yönlere açılan birçok koridorda Kore kıyafet markalarından telefon aksesuarlarına, kozmetik ürünlerinden neredeyse 1 dolardan az olan 1000 wonluk şirin çoraplara kadar çeşitli ürünler satan birçok mağaza bulunuyordu. Düzinelerce yemek ve içecek standı, restoran, pastane, ve kafe vardı. Dunkin Donuts, 7-Eleven ya da Kore'ye özgü Hollys Coffee ve Gong Cha gibi tanıdık mağaza zincirlerini de gördüm.

Burada saatlerimi geçirsem de buranın her yerini gezmem mümkün değildi. Önümden geçen bir grup kız öğrenci, mısır cipsi ve peynirli hardalla tatlı biber sosuna batırıldıktan sonra kızartılan sosisli sandviçlerin satıldı yere yöneldi. Akşam yemeği öncesi bir şeyler atıştırmak isterdim ama telefonuma baktığımda üniforma satan dükkanın kısa süre sonra kapandığını fark ettim.
Platforma indiğimde metronun kalkmak üzere olduğunu gördüm ve kapılar kapanmadan yetişebilmek için dörtnala koştum ve yetiştim.

Birkaç yolcu aniden içeri girdiğim için bana baktı ama sonra ellerindeki cihazlara döndü. Ellerindeki konsollardan oyun oynayan 2 küçük erkek çocuğun yanına oturdum. Yanlarında yetişkin biri yok gibiydi ama Seul'ün çocukların serbestçe dolaşabilecekleri kadar güvenli olduğunu hatırladım.

Aslında endişeli olan bendim. Annem 6 ay öncesine kadar toplu taşımaya binmeme izin vermiyordu. Los Angeles'taki sistemle karşılaştırıldığında, bu metro hangi istasyondan ayrıldığımızı söyleyen hoş bir sesle gelecekten gelmiş gibi duruyordu. Havalandırması o kadar iyiydi ki kendimi mağazada gibi hissediyordum. Tavandan sarkan ekranlar bile vardı.

Ekranlardan birinde metronun istasyonlarını gösteren bir görsel vardı. Diğerinde ise bir klip dönüyordu. 4 erkek kameradan uzaklaştı ve ardından büyük bir patlamaya beraber alevler yükseldi. Sağ tarafta "Joah Yapım" yazdı ve onun altında grubun adı belirdi: XOXO. Şarkının adı: Don't Look Back ( Arkana Bakma.)

Klipten sonra hazır kahve markasının reklamı dönmeye başladı. Doğru durakta metrodan indim ve okulun verdiği adresi takip ederek dükkana doğru yürümeye başladım.

Dışarıdaki kalabalık yüzünden neredeyse binayı kaçıracaktım. Kalın montlar giymiş, çoğunlukla kızlardan oluşan bir grup binanın girişinde park etmiş siyah minibüsün önünde toplanmıştı. Kalabalığın arasına daldım. Otuzlu yaşlarda bir adam dükkanın girişini kapatmıştı.
"İçeri giremezsin," dedi bana.
"Üniformamı almaya geldim." Seul Sanat Akademisinden gelen e-postayı gösterdim. E-posta İngilizce yazılmıştı ama adamyine de iç çekerek kapıyı açtı."Fotoğraf çekmek yok."

Başımı salladım. Ne tuhaf kuralları vardı. Anneme üniformamı göstermek istersem ne yapacaktım? Ben içeri girerken kızlar çığlık atarak öne doğru yüklendiler. Neler oluyordu böyle?
Kapı kapanınca ses kesildi.

XOXOHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin