16.Bölüm

134 17 8
                                    

Pınar;

Pencereden odama sızan güneşe kafamı çevirip uyumaya devam etmeye çalışıyordum. Kuş cıvıltılarının sesi odayı doldurmuş, hafif esen meltem üzerime çarşaf almama sebep olmuştu. Yine de tüm bu engellere rağmen gözlerimi açmak istemiyordum. Açınca göreceklerimle yüzleşmekten kaçınıyordum.

Bu lanet yerde kaç gündür bulunduğumun farkında değildim. En az üç gündür kaldığımı düşünüyordum ama daha fazla da olabilirdi. Kafam çok karışıktı. Dün Oktay bana karşı oldukça ilgisizdi. Önceki akşam yaşadığımız tartışma tüm gün sürmüştü. Yüzüme bile bakmamış, benimle tek kelime konuşmamıştı. Onun gelgitli ruh haline ayak uydurmak benim için oldukça zordu.

Beni yanlızca tuvalet ihtiyacım olduğunda odadan dışarı çıkarmış, kendisi de sadece yemek getirmek için odama gelmişti. Bir saate kalmaz yine kahvaltı için odama gelecek, tepsiyi önüme koyup, kapıyı üzerime kilitleyecekti. Bir ömür böyle yaşayabilir miydim? Ya da o bir ömür bu hayata katlanabilir miydi? Elbet bu düzenden sıkılacaktı. Benimle bir hayat, aile olma hayalleri kuruyordu. Bunların olmayacağına ikna olduğunda beni hayattan silecek ve kaçmaya devam edecekti. Tek başına, yeni bir hayata doğru...

Burada harcanan ben olacaktım. Beni bulamayacaklar, bulsalar bile artık hayatta olamayacaktım. Savaş cesedime sarılacak, gözyaşları kanla kaplanmış bedenime dökülecekti. Aklıma geçmişte gördüğüm o lanet kabus gelmişti. Gözlerimi daha sıkı yummak, bu görüntüden uzaklaşmak istedim ama kendimi o kan havuzundan kurtarmıyordum. Oktay'ın sesi kulaklarımda çınlıyordu. Benim kalbimi kendisine hediye edeceği düşüncesi vücudumdan soğuk terler boşalmasına sebep olmuştu. İnleyerek yataktan doğruldum. Daha fazla uyumaya çalışmayacaktım çünkü akıl sağlığımı korumak zorundaydım. Üzerimdeki çarşafı itip açık pencerenin önüne geçtim. Duydugum kuş cıvıltıları canımı sıkmıştı. Ben bu ruh halindeyken kuşların neşeli sesleri sinir bozucu geliyordu. Pencereyi sıkıca kapatıp sessizliğin ortasında kaldım. Böylesi çok daha iyiydi.

Yatağa geri döndüğümde kapının kilidinin sesi beni durdurdu. Oktay kahvaltımı getirmiş olmalıydı. Kapıya doğru döndüğümde ardına kadar açılan kapıda elinde kocaman bir pasta bulunan Oktay'la göz göze geldim. Pastanın üzerindeki mum sönmesin diye yavaş adımlarla odaya adımlarken iyi ki doğdun şarkısını mırıldandıyordu.

Bugün doğum günüm muydu! Bu tam 7 gündür bu kaçıkla olduğum anlamına geliyordu. Koca bir hafta! Yüzümdeki dehşete düşmüş ifadeye eğlenerek baktı.

"Pınar'cığım bu kadar şok olman kalbimi kırar. Doğum gününü unutacağımı düşünmemiştin herhalde değil mi?"

"Bugünün doğum günüm olduğunu bile bilmiyordum ki. Normal insanlar gibi yaşayamadığım için hangi gündeyiz, hangi saatteyiz onu bile çözemiyorum artık."

Suratını asıp pastayı çalışma masasının üzerine bıraktı. Yüzündeki gülümseme solmuş, kırgınlık dolu bakışlarla bana bakarak "Beni bu konuda suçlayamazsın, odanda takvim var. Günleri takip etmemen benim hatam değil." demişti.

Sessiz kaldığımı görünce tutmam için elini bana doğru uzattı. "Hadi mumlar eriyor, bir dilek tutma zamanı geldi."

Uzattığı ele bakıp omuz silktim ve kendi başıma kalkıp pastanın yakınına geldim. Dileğimi yüksek sesle dileyerek mumları üfledim.

"Umarım bir an önce buradan kurtulurum."

Dileğim Oktay'ın öfkelenmesine sebep olacaktı. Bunu göze almıştım. Ne yaparsam yapayım buradan kurtulamayacak gibi hissediyordum artık. Bu yüzden onunla mutluymuşum gibi davranmak gelmiyordu içimden. Tüm hayatım olmadığım biri gibi davranarak geçmişti nerdeyse. Kilo alma korkusu ile yemek istediğim hiçbir şeyi yiyememiş, babama kendimi sevdireceğim diye annemin tüm aşağılamalarina sessiz kalmıştım. Yalnızken bile rol yaparak yaşamıştım. Ölürken bu durum değişsin istiyordum. Artık ne hissediyorsam söyleyecek, duygularımı, korkularımı maskelerin ardına gizlemeyecektim.

Son Hediye (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin