Baran'ı yerde baygın bir halde bulunca başımdan aşağı kaynar sular döküldü sandım. Daha öncede hastalığı yüzünden krize girmiş ve bayılmıştı ama hiç tek başınayken olmamıştı. Savunmasız ve yardımsızken böyle hallere düşmemişti.
Hızlı hareketlerle yere eğilip küçük bedenini yokladım ama tepki göstermiyordu. Yanağımı burnuna yaklaştırdım. Kesik kesik nefes alıyordu ve zorlanıyordu. Koşarak odaya yöneldim ve çantamdan telefonumu çıkardım. Ambulansın numarasını tuşlamayı deniyordum ama yaşadığım korku ve şaşkınlıktan dolayı ellerimin titremesine engel olamıyordum. Sonunda numarayı çevirdiğimde telaşlı cümlelerle anlattım ve adresi verdim. Telefon kapandığında Baran'ı mutfakta yalnız bıraktığımdan tekrar yanına koştum. Bir kaç saat öncede onu yalnız bırakmıştım ve şimdi bu haldeydi. Onun iyiliğini isterken şimdi daha kötü bir duruma sokmuştum. Onu kaybetme düşüncesi o kadar canımı acıtıyordu ki. Küçüklüğünden beri koruduğum kardeşim olmadan ben bir hiç sayılırdım. Onun acı çekmesi benim bile canımı yakarken yanımda olmaması beni bir hiçliğin içine sürüklerdi.
Ellerimin ve bacaklarımın titremesini engelleyemiyordum. Telaştan ve korkudan terler dökmeye başlamıştım. Yanımda olabileceğini düşündüğüm için hemen Anıl'ı aradım. İlk çalışta telefonu açtı. Onu zor durumlar olmadığında sık sık aramazdım bu yüzden ben aradığımda hemen telaşa düşerdi.
"Gece?"
"Anıl! Baran! Anıl Baran bayılmış.!"
Cevap bile vermeden telefonu kapatmıştı. Kardeşimin baygın bedeninin başında lanet olası ambulansı beklerken çıldırmak üzereydim. Sinirlerim altüst olmuştu. Kontrol edebilmem bile mümkün değildi. Aklımdaki kötü düşünceleri kovmaya çalışırken bir şekilde beynimi işgal ediyordu. Yanıp sönen kırmızı-mavi ışık karanlık mutfağa vurunca aynı zamanda ambulansın siren sesleri kulaklarımı doldurdu. Koşarak kapıyı açtım ve görevlilerin girmesini bekledim. Hızlı hareketlerle sedyeyle içeri çaldılar. Onları mutfağa yönlendirdim. Baran'ı hızlı hareketlerle sedyeye kaldırdılar ve evden çıktılar. Ambulansın önüne gelip içinden makineler çıkarmaya başladılar. Oksijen olduğunu tahmin ettiğim şeyi Baran'a takarken bir yandan göğsünü açıp ne olduğunu bilmediğim şeyler bağlıyorlardı. Ona ulaşmaya çalıştım. Neler olduğunu anlamaya çalıştım ama görevliler buna izin vermiyorladı. Hızlı hareketlerle sedyeyi ambulansa koyup kapıları kaptmaya başladılar. Tireyen ellerimle engel olmaya çalıştım.
"Bende geleceğim! Baran tek başına korkar! Onu yalnız bırakmamalıyım!"
Kapıyı sıkıca kavrayan elimi ayırıp kapıları kapatırken birşeyler mırıldandıklarını duydum. Ama beynimin içinde dönen çarkların sesi onları duymama engel oluyordu. Ambulans hızla yol alırken bedenimi serbest bıraktım ve yere dizlerimin üstüne yığıldım. Bir çeşme gibi akan gözyaşlarım arasında ambulansın sokaktan çıkışını izledim.
Baran'ı kaybetme düşüncesi içimi yangın alevi kadar güçlü bir şekilde yakıyordu. Ona bir şey olsa ayakta kalacak gücü kendimde bulabilirmiydim bilmiyorum. Bu güne kadar onun için savaşmıştım. O olmasa belkide hayata devam edebilmek için bir sebebim olmayacaktı. Küçüklüğümden beri sürünmüştüm ben. Çektiklerime yaşamak denemezdi. Ama hep küçük kardeşim için herşeye direnmiştim.
Arkamdan bedenime sarılan güçlü kollar hissettim ama kim olduğuna bakabilecek halim bile yoktu. Bedenimi güölükle kaldırınca beni tutan kişi yüzümü kendisine çevirdi. Buğulu gözlerimin ardından Noyan'ı görünce hiç beklemeden sarıldım. Ağırlığımı veriyordum ama pek etkilenmiş değildi. Arkadan Anıl'ın sesini duyunca beni yalnız bırakmadığını anlamıştım.
"Hastaneye gitmeliyiz."
Noyan'dan destek alarak arabaya yöneldim. Noyan'ın durumu bizim kadar kötü değildi ve kendine yetebilecek küçük spor bir arabası vardı. Arabaya biner binmez Noyan gaza yüklendi. Kısa bir süre yolda hızla ilerledik. Karanlık havada sokak lambalarının aydınlattığı tenha sokakları izliyordum. Önünden geçtiğimiz evleri, içlerindeki yaşanmışlıkları düşünmeye çalışıyordum. Belki güzel görünümlü büyük evler, belki eski gecekondular sıra sıra diziliydi. İşte adaletsiz olan buydu. Kimisi bolluk içinde yaşarken kimi belkide bir gün için nasıl karnını doyurabileceğini düşünüyordu. Yaşam böyleydi işte. Kimse aynı muameleyi görmüyordu. Herkes farklı hayat yaşıyordu. Herkesin kendine göre bir derdi vardı. Hayat her insanı zayıf olduğu yönden sınıyordu. İnsan ise tüm bunlara göğüs germeye çalışıyordu. Peki ne için? Sonu kaçınılmaz olan ölüm için. Öleceği ana kadar iyi yaşam sürebilmek için çabalıyordu insan. Karşılık...boş!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN FISILTISI #Wattys2016
Ficção AdolescenteKaranlık, herşeyi fısıldar ruhuna insanın. Acıları hatırlatır, hataları yüze vurur, bazense kırgınlıkları yaşatır içinde. Korkar ve kaçmak istersin. İçinden atmak hiç duymamak istersin o fısıltıları. Çünkü insanın canını yakar. Ama insan öyle bir v...