Yer: İstanbul - Osmanlı İmparatorluğu
***
Berkan güneşli bir pazartesi sabahı yeni aldığı otomobiliyle İstanbul sokaklarında dolaşıyordu. Parlak kahverengi arabasıyla giderken burjuva gibi gözüküyordu, bu tarz teknolojik aletler henüz halk arasında o kadar yaygın değildi ve halk şaşırıyordu. İnsanlarla göz göze gelmemeye çalışarak etrafa bakıyordu. İnsanların çoğu bu saatte bile işleriyle meşguldü ya da çocuklarını okula götürüyordu. Yan koltuktaki paketten biraz kuruyemiş almak için uzandığı sırada ani bir sarsılma ve çığlıkları duyunca şaşırdı. Hemen kafasını kaldırdı ve birine çarptığını farketti. Bir sürü insan hemen olay yerine toplanmıştı. Şaşkınlıkla ne yapacağını bilemeyip arabadan indi ve hemen çarptığı kişinin yanına doğru yaklaştı. Gözlerine inanamadı, sadrazama çarpmıştı. Adam yaralanmıştı ancak ölümlü bir kaza değildi. Adamın yerde hareket ettiğini ve insanların onu kaldırmaya çalıştığını görünce rahatladı. Kafasında olayın yaşanış anını düşündükçe ne kadar komik olduğunu farketti ve dayanamayıp bir kahkaha patlattı. Sadrazam da dahil etraftakiler şaşırmış ve ona bakıyordu. Biri dayanamayıp sordu.
Neye gülüyorsun birader sen? Sadrazama çarptığının farkında mısın?
Zar zor konuşmayı becerdi ve öfkeli adama cevap verdi.
Nabim.
Öfkeli adam Berkan'ın dediğine bir anlam veremedi. Bu belirsizliğin de yarattığı sinirle elini kaldırıp bir tokat attı. Berkan bu hareketi beklemediği için şaşırıp kalmıştı. Eliyle sol yanağını ovuşturdu, kafasını öne doğru eğdi ve pişman olmuş gibi görünüyordu. Adam tam hareketi yüzünden pişman olmuşken kafasını kaldırıp suratına tükürdü ve kahkaha atıp hızla kalabalığın arasından sıyrılıp kaçmaya başladı. Öfkeli sadrazam arkasından bağırdı.
Tutun, yakalayın. Kaçıyor!
Bunun üzerine kalabalığın içinden bir sürü erkek Berkan'ın peşinden koşmaya başladı. Berkan arada baya fark açmıştı ama yine de dayak yemekten kurtulmak istiyordu. O yüzden daha hızlı ve tenha sokaklardan geçerek arkasındaki adam sayısını azalta azalta bir süre sonra hepsinden kurtulmayı başardı. Gördüğü ilk dükkanın kapısından içeri hızla girdi. Girdiği dükkan bir ayakkabıcıydı ve işletmecisi Ermeni bir tüccardı. Berkan adamın şaşkınlığını gidermek için konuşmaya karar verdi.
Selamun aleyküm efendim. Rica etsem tenha ve görünmeyen bir köşeye geçebilir miyim çünkü peşimde beni dövmeye çalışan bir grup var.
Adam şaşkın gözlerle Berkan'ı süzdü. Ancak kafasını olumsuz anlamında sallayınca Berkan bu durum karşısında öfkelendi.
Karabağ Türk'tür...
İşe yaramıştı ve yaşlı tüccarı gerçekten sinirlendirmişti. Adam arka cebinden bir tabanca çıkarıp Berkan'a bir el ateş etti fakat yaşlılıktan ötürü eli titrediği için ıskaladı. Berkan bunun üzerine sağ tarafında bulunan ayakkabı dolu dolabı adamın önüne doğru devirdi ve hışımla geldiği gibi kapıdan geri çıktı. Kapıdan sağa döndü ve sokağın aşağısına kadar koştu. Adam devrilen dolabın altında sıkışmıştı ve nihayet kurtulduğunda Berkan çoktan kayıplara karışmıştı bile.
***
Aradan bir gün geçmişti ve Berkan şuanlık güvende hissediyordu. Kimse kim olduğunu bilmediği ya da henüz bilmediği için ortalık sakindi. Fakat kahvaltı sonrası kahvesini içmek için yakın arkadaşı Arda'nın kahvehanesine uğradığında gazetecinin bıraktığı gazetede ilk manşette kendi haberini görünce afalladı. Arda kahvesini önüne getirdiğinde kendine de bir tane hazırlamış ve masada muhabbete dalmışlardı. Konu biraz sonra gazetedeki habere gelince Berkan etrafına baktı ve henüz kimsenin uğramadığını görünce rahatladı.
Kanka hani şu araba vardı ya bana Bulgar akrabaların hediye ettiği lüks araç. Sana daha önce anlatmıştım.
Arda başıyla onayladı.
Heh işte ben onu sürerken sadrazama çarpıp adamı devirdim ya. Sonra da hunharca kahkaha atınca esnaf uzun bir süre peşimden falan koştu. İşler karışık işte biraz.
Arda duraksadı. Parmağıyla dur işareti yaptı.
Sen gelmeden biraz önce bir grup asker seni sordu, aranıyormuşsun. Buralarda çok gezme dikkat et. Tanıklar varmış seni tanıyan.
Berkan'ın yüzü bembeyaz oldu.
Ne yapmalıyım peki?
Bilmiyorum fakat senin hakkında sınır dışı edilme kararı çıkabilir.
Berkan bu durum karşısında oldukça şaşırdı.
İyi ama neden?
Sadrazama çarptın amına koyim sence neden.
Berkan bu cevabın üzerine bir kahkaha patlattı.
Çok güldüm sabah sabah yine. Ben o zaman buradan tüyeyim yakın zamanda, gerçi önce ne kararı çıkacak onu bir görelim. Senin tanıdığın var mı hukukçu falan?
Var bir tane. Sizi buluştururum. Sen de bence git bir üst baş değiş ve traş falan ol. Tanıyamazlar.
Berkan biraz düşündü ve onaylarcasına başını salladı. Ardından kahvesinden son yudumu da aldı ve cüzdanından çıkardığı parayla ücreti ödeyip kahvehaneden ayrıldı. Eve geçip üstünü başını değiştirdikten sonra tekrar çıktı ve aşağı mahalledeki berberin yolunu tuttu. Yürürken aklına eski bir anısı geldi ve yüzünde bir gülümseme belirdi. Anıl ile trenle Bağdat'a gitmeye çalışırken yanlışlıkla treni yoldan çıkarmışlardı. Olaydan sonra bir şekilde sıyrılmayı başarmışlardı fakat uzun bir süre konuşmamışlardı. Bir süre sonra da Anıl'ın Meksika'ya yerleştiğini ortak tanıdıkları sayesinde duymuştu. Bir daha görebilecek miydi acaba. Beraber eski günleri yad edip bir kahve içmek hiç fena olmazdı. Kafasında bu düşüncelerle berber dükkanına vardı. Sabahın altısı bile olsa Cabbar asla dükkanını açmakta gecikmezdi. Tam bir sigma. diye geçirdi kafasından.
Günaydın Cabbar Efendi. Traş olacaktım da müsait misin?
Cabbar içerideki eski ve yırtık yeşil kanepede oturuyor ve gazete okuyordu. Sesi duyunca kafasını kaldırdı.
Ooo, hoş geldin. Tabii müsaitim, buyur Berkan'cım.
***
Çok sağol Cabbar. Kafam rahatladı valla. Yalnız bir şey soracağım neden bu kadar erken saatlerde dükkan açıyorsun?
Biliyor musun ben aslında uyku sorunları çekiyorum. Ne kadar uykulu olsam da bir türlü uyuma evresine geçemediğimden zar zor da olsa gece geçiyor bir şekilde. Sabah altıya kadar da sabrım taşıyor diye erken kalkıp dükkana gidiyordum vakit geçsin diye, daha sonra da bu iş rutin oldu öyle gidiyor. Doktora gidecektim ancak sıkışığım uzun bir süredir, pek para yok. Rica ederim.
Anladım. Umarım işlerin iyi gider Cabbar. Benim gitmem gerek, sıkıntılı bir durum var. Hayırlı işler.
Ve Berkan dükkandan ayrıldı. Saat yediye geliyordu. Yaz günü olduğundan hava sıcaktı ve vakit öldürmek için denize gitmeye karar verdi. Tekrar eve geçip gerekli eşya ve yiyecekleri hazırlayıp çıktı ve sahile doğru yol aldı. Osmanlı'nın ekonomik durumu pek iyi olmamasına rağmen Anadolu halkı lüksü severdi ve sevmeye de devam etmişti. Sahilde sessiz sakin bir kafayla yüzebilmek için erkenden gitmek gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Contestado War Anıları
AdventureBu kitap bir parodi kitaptır. Yaşanan olayların hiçbiri gerçek değildir.