3

1.9K 158 21
                                    

Yapmıştı.

Allah'ın delisi hakikaten İrem'in kedisini çalmıştı.

Sabah uyandığımda Robinson'u her yerde aramıştım ama yoktu. Bir yere girmiştir çıkar dediğim an ise kedinin mama kabı ve mamasının da olmadığını gördüğümde Karay'ın kediyi çaldığını anlamıştım. Cimri herif mamayla kabı bile çalmıştı almakla uğraşmamak için.

Nerede manyak varsa beni buluyordu ve bunların sebebi İrem'di. Dün geceki çocuk evime aldığım ilk kırığı elbette değildi ve artık emindim ki İrem manyak seviyordu. Zira ufacık kediyi intikam almak için çalmasının başka bir açıklaması benim lügatımda yoktu.

İrem eve döndüğünde ne diyecektim bilmiyordum ama şimdi kafamı bununla meşgul edemeyecek kadar üşeniyordum. Sonuçta beni ilgilendiren tek kısım emanete sahip çıkamamaktı ama böyle bir şeyi hakikaten yapabileceğini de düşünmemiştim. Gerçi düşünsem bile kediyi koynuma alıp yatamazdım ya, neyse.

Evden çıktığımda bugünün haftasonu olmasının artısıyla birlikte fazlasıyla rahattım. Önümüzdeki bir hafta boyunca da dergiye gitmek yerine kendi dükkanıma gidecektim. En azından aylar sonra dükkanın halini görmem gerekiyordu. Ortağım pek benim kadar ilgilenmese de en azından zahmet edip çalışanların başında durabiliyordu.

Telefonumu çıkarıp kafedeki en güvendiğim elemanı arayarak yiyecek bir şeyler hazırlamasını söyledim. Kızlarla da uzun zamandır oturup konuşmuyor, sıkıntı olup olmadığını öğrenmiyordum. Ek olarak biraz has elemanlardan kafenin ve diğer çalışanların durumunu öğrenmem iyi olacaktı zira benden daha fazla dukkan sahibi gibiydiler.

Öyle klasik bir kafe sahibi değildim aslına bakılırsa kafe de sayılmazdı tam olarak. Bildiğin bilardo ve oyun salonuydu genelde öğrenciler takılırdı dükkanda ve okey masaları sürekli dolu olurdu. En büyük artısı zaten okeylerdi, bilardo artık eskisi kadar iş görmüyordu.

Kafeye vardığımda saat aksamın dördünü gösteriyordu. Elimdeki sigarayı girişteki ayaklı küllüğe bastırıp içeri girdiğimde yine bilardolardaki boşluğa şaşırmadan direkt kendi alanıma doğru yürüdüm.

Kasada kimse yoktu ama mutfağın önünden geçerken yeni elemanlar gülümseyerek hoşgeldiniz demeyi ihmal etmemişti. Mine'yi gördüğümde direkt elindeki tepsiyle birlikte bana doğru yürüdü.

"Hoş geldin abi, hangi dağda kurt öldü?" diye alayla konuşup omzunun üzerinden bakarak servise çıktı.

Başımı sallayıp gülerek koltuğuma yerleştiğimde çok geçmeden kızlardan biri büyük fincanda çayımı önüme bırakmıştı. Birkaç dakika sonra ise Mine yanımdaki diğer tekli koltuğa oturdu.

"Kızlar bana da bir çay versenize!" diye seslendi mutfağa.

"Kalk kendin al çayını, bir de şu hesap ve gider defterlerini getir. Uzun zamandır gelip gitmiyorum, bi' ciroya falan bakayım," diye söylendiğimde beni ikiletmeden kalktı.

Sonraki bir iki saat boyunca Mine'yle birlikte kafenin durumundan, personel tavırlarına kadar birçok şeyi konuştuk. Dükkanın durumu sandığımdan daha iyiydi günlük beş bin liraya yakın ciro bu tarz işletmelere göre fazlasıyla iyiydi, en azından böyle küçük bir şehirde. Eh, bu da beni fazlasıyla rahatlamıştı. Ardından Mine yoğunluktan dolayı işine döndü, bense aylardır uğramadığım için biriken ıstaka uçlarını onarmaya başladım.

Mutfak barıyla üçtop masasının arasındaki koltuğa kurulmuştum. Arada mutfakta çalışan kızlara sataşıyor, sipariş almaya gelen Mine'yle dalga geçiyordum.

Burası benim mabedimdi aslında. Her geldiğimde fazlasıyla enerji depolamış şekilde eve gidiyordum. Birkaç aydır dergide fazla yoğun çalıştığım ve İstanbul'a falan da seyahat ettiğim için uğrayamamak bile özlememe yetmişti.

tribüncü [boyxboy]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin