13

1.2K 97 27
                                    

Yine her zamanki Cuma ritüelimi gerçekleştiriyordum. Balkonda, elimde sigaram ve oturduğum minderin önündeki sakızlı muhallebimle bütün haftanın yorgunluğunu atlatmaya çalışıyordum. Bu hafta hem dergide koşturup hem de dükkandaki turnuvaya eşlik ettiğim için gecenin üçünde eve gelip sabahın yedisinde evden çıkmıştım ve bu da beni önceki üç haftanın yorgunluğuna eş bir yorgunluğa sürüklemişti.

Kafamı vurup uyumam gerekirken ben balkonda oturmuş muhallebi yiyordum çünkü uyku denen illete artık ne kadar yorgun olsam da düşemiyordum. Beyin fonksiyonlarım zaten iş, dükkan, tribüncü üçlüsü arasında düşünüp durmaktan iflas bayrağını çekmiş gibiydi ve bedensel yorgunluğumun üstüne bir de bu zihinsel yorgunluk eklenince ot gibi yaşıyor hale gelmiştim. Son bir haftayı aşkın süredir kurulu bir makine gibiydim ve bu durumu İrem de fark etmişti.

Bu yüzden ben muhallebiden medet umarken o da bana eşlik ediyordu. Küçük balkonun karşılıklı iki ucuna oturmuş, sırtlarımızı duvarlara vererek hem sigara içiyor hem de muhallebi yiyorduk. İrem kafamı dağıtmak için saçma sapan konulara girip çıkıyor ama bir türlü onu ilgiyle dinlememi sağlayamıyordu.

"Ay, içimi baydın Cesur!" diye inledi en sonunda İrem, hırçın bir tavırla saçlarını savurarak. "Hiç çekilmiyor şu suratın."

Hafifçe sırıtarak sigaramdan arta kalan son nefesleri içime çekip yukarı doğru savurdum dumanı.

"Çekme o zaman kızım," dedim alayla.

Oflayıp sigara paketime uzandığında suratındaki ifade gülmek istememe neden oldu. İzmariti küllüğe bastırıp söndürdükten sonra muhallebi kaseme uzandım. Son birkaç kaşığı da tadını çıkara çıkara mideme indirirken hiç acele etmedim. İrem de bu sırada sigarasını bitirmişti.

"İlgini çekecek bir şey söyleyeyim o zaman," dedi boğazını temizleyip, üzerindeki büstiyerin düşen askısını omzuna iterek. "Bugün Karay bana seni sordu."

Derin bir nefes almama neden olan isminin bile vücuduma yaydığı hissi görmezden gelerek kaşlarımı çattım. Beni arayıp sormayan, bir haftadır normalde her gün geldiği kafeye uğramayan çocuk kalkıp beni İrem'e mi soruyordu?

"Beni sana mı sordu?" dedim sırtımı yasladığım duvardan ayırıp bağdaş kurarak.

Başını sallayarak saçlarını sol omzuna alırken bakışlarım parmaklarına kaydı. Saçlarını üç parçaya ayırıp örmeye başladığında bakışları gözlerime döndü sakince.

"Artık ne yapıp utandırdıysan çocuğu sana değil bana yazıyor çekindiğinden," dedi hem alay dolu hem de tersler gibi bir ses tonuyla.

Onu utandıracak veyahut çekinmesine neden olacak bir şey yaptığımı düşünmüyordum. Zaten onun herhangi bir şeyden de çekineceğine inanmıyordum ama saçmaydı. Hem tavırları hem de kendisi. Ne anlayabiliyor ne de ayak uydurabiliyordum. Aklımı karıştırmaktan başka bir şey yapmıyordu.

Kendi tabularımı yıkmış ve asla yapmam dediğim bir şeyi yaparak ondan etkilenmeye başlamıştım. Bunu kendime bile itiraf etmekte güçlük çeksem de belki daha fazlasını bile hayal ettiğim de oluyordu. Özel hiçbir şeyi yoktu; ne baktığın anda düşeceğin bir tipi ne de oturaklı efendi bir karakteri vardı. Ondan öylece hiçbir özelliği olmamasına rağmen etkilenmiştim ve ilişki boyutuna geçmek için uzun bir süre flört eden ben, onun böyle sapkın bir şekilde sevgilim olmasını hayal ediyordum.

Asla hayalperest olmadığım halde.

"Heh, iti an çomağı hazırla." İrem'in kıkırtısıyla bakışlarım ona döndüğünde gülerek balkon demirleri arasından dışarı bakıyordu.

tribüncü [boyxboy]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin