Büyük konuşmalara dair söylenen her türlü deyim ve atasözlerine olan inancım artık tamdı. Ne yaparsan yap kader denilen illetten kaçılmıyordu ve ben de en başından beri bunun bilincinde olarak köşe bucak kaçtığım şeylerle artık yüzleşmekten başka çıkış yolu bulamıyordum.
Nitekim Karay'ın teklifini kabul etmemin sebebi de buydu. Maçtan döndüğümüz günden beri bunu düşünüp duruyordum ve artık aynı şeyi düşünmek beni sinir hastası olma yoluna sokmuştu. Ne yapsam doğru olur diye düşünüp durmaktan kafayı yeme noktasına doğru emin adımlarla ilerliyordum. Bu da ister istemez beni sinirlendirmeye başlamıştı.
Hiçbir şeyin üzerinde bu kadar durmaz, ne olacaksa olsun der ve bana en mantıklı gelen yola girerdim ama bu kez öyle yapamamıştım çünkü iki türlü de doğan ya da doğacak olan sonuçları kestiremiyordum. Tamamen Karay'ın karakterinden kaynaklanıyordu tabi bu. Ben de en sonunda "Sikerler!" diyerek kabul etmiştim.
Kabul etmediğim o süre zarfında herif, aynı ortamda bulunduğumuz her dakika beni ikna etmek için etkileme yöntemlerine başvuruyordu. Adam beste söylemekle kalmamış, benim dükkanımda önünde iskambil kağıtları varken şarkı ithaf ediyordu. Bu da mecburen beni kabul etme seçeneğine iten en büyük etken olmuştu zira kabul etmezsem bu saçmalığı sürdürmeye ve beni daha da delirtmeye devam edecek gibiydi.
Yanlış anlaşılma olmasın, kendime güvenim tamdı; korkum tamamen Karay'a yönelikti.
"Ne dikiliyorsun orada, otursana," diye söylendim hala evimin ortasında dikildiğini fark ettiğimde.
Teklifini kabul ettiğimi söylediğimden bu yana suratından asla silmediği gülümsemesi eve girer girmez usulca silinmişti. Bunun sebebini merak etmiyordum ama gerginliği sıfatından çok net bir şekilde okunuyordu. Madem tereddütlerin vardı neden başımın etini yiyorsun haftalardır, diye sormak istesem de kendimi zapt ediyordum. Saçma sapan bir muhabbete girmek benlik bir durum değildi.
Üzerindeki deri ceketi çıkarıp üçlü koltuğa oturduğunda bakışlarını sehpanın üzerindeki küçük kaktüse dikti. Dirseklerini dizlerine yaslayıp parmaklarını birbirine geçirirken bakışları tereddütle birlikte farklı bir duyguyla parladı.
"Vazgeçtiysen söyleyebilirsin, benim hoşuma gider," dedim yamuk bir gülümseme dudaklarımda yer edinirken.
Cıklayarak yutkunduktan sonra bakışlarını bana çevirdi. Gözlerini kısarak yüzüme bakarken kaşlarımı kaldırmış ben de onun konuşmasını bekler gibi yüzüne bakmaya devam ediyordum. Sonuçta ne düşündüğünü bilemezdim, konuşması daha sağlıklı bir iletişim yöntemiydi.
"Vazgeçmedim de," dedi sakin bir ses tonuyla. "Sevgilinin olduğu geldi aklıma," diye devam etti bakışlarını gözlerimden çekmeden. "Yani yanlış anlama ama onu aldatacak olman beni rahatsız etti biraz."
Ellerimi dizlerime sürterek ayağa kalktığımda bakışları tedirgince üzerimde gezmeye devam etti. Sanırım bu yüzden onu reddedeceğimi düşünüyordu. Sıkıntılı bir nefes verip adımlarımı salondan mutfağa yönlendirdim.
"Bir şey içmek ister misin?" diye sordum mutfağa girdikten sonra ışığı yakarak.
Sorumu cevapsız bıraktığında omuz silkerek buzdolabını açıp nar suyunu çıkardım. Tezgâha cam şişeyi bırakırken ayağımla buzdolabını kapatmayı da unutmadım. Bardakların bulunduğu dolabı açarken üzerimde hissettiğim bakışlarla omzumun üzerinden mutfak kapısına baktım. Omzunu pervaza yaslamış, kollarını göğsünde çaprazlamıştı. Alt dudağını dişlerken hala benden cevap bekliyor gibiydi. Önüme dönerken bir bardak daha indirdim ve dolabın kapağını kapattım.
"Sezgin sevgilim değil flörtümdü ve birkaç gün önce konuşmayı kestik. Yani merak etme, birini sevmesem dahi aldatacak kadar karaktersiz değilim."